Diyarbakır’dan enerji işçisi: Enerji neden özelleştirilir?

Geçtiğimiz günlerde daha çok işçiye ulaşması gerektiğini düşündüğüm ve sürekli okuduğum bir gazetede “Enerji neden kamulaştırılmalı?” başlıklı bir yazı okudum. Okuduğum yazıya katılmakla beraber buradan hareketle “enerji neden özelleştirilir” diye merak ettim. Enerji şirketleri hunharca para kazanırken, “evinizi karıncalar basmış” vergisi bile alan devlet neden bu kurumları devralıp kendisi bu parayı kazanmıyor? Bence bunun üç temel sebebi var. Birincisi, enerji kamulaştırılırsa bu kadar zam yapılamaz, yapılırsa da sorumlu hükümetin kendisi olacağından oylar düşer. İkincisi, özel şirketlerden sözde aldığı vergiyi kendinden alamaz. Üçüncüsü ve en önemlisi ise zaten ihaleleri kendilerine veriyorlar. Yani diğer bir anlamda halkın malını özelleştirme adı altında gasp ediyorlar ve bunları halka daha iyi hizmet alacaksınız diye müjdeymiş gibi veriyorlar.

Ben bu durumun daha da belirginleşmesi adına bir örnek vermek istiyorum. Diyelim ki herhangi bir mahallede insanlar bir araya gelip bir ekmek fırını açıyor. Birkaç fırıncıyla anlaşıp fırına getirecekleri undan kendi giderleri ve emeklerinin karşılığını çıkarıp kalanıyla ekmek yapıp mahalleye dağıtmalarını istiyorlar. İşi alan fırıncılar işi aldıktan bir süre sonra iyi ekmek yapamadıklarını fark ediyorlar ve daha iyi ekmek yapan vardır diye mahallenin kendilerine verdiği işi ihaleye açıyorlar. Ardından daha iyi ekmek yapacaklarına inandıkları birkaç sıhhi tesisatçıya ihaleyi devrediyorlar. Tabii mahalleliyi çok seven bu sıhhi tesisatçılar birkaç motor alıp ekmekleri dağıtırlarsa mahalleliye ekmekleri daha hızlı ulaştıracaklarını düşünüyorlar ve birkaç kuryeyle de beraber işe başlıyorlar. Tabii ilk başlarda ekmeğini bedava alan mahalle sakinleri artık dağıtım bedeli ödemek zorunda kalıyor. Sonra bizim sıhhi tesisatçılar dağıtım işini iyi yapamadıklarını fark edip bunun için kuryeleri de kapsayan bir ihale açıyorlar ve bu ihaleyi de çok iyi yapacağına inandıkları bir nalbura veriyorlar. İhaleye nalbur da girince mahallelinin getirdiği undan fırıncı, sıhhi tesisatçı ve nalbur payını çıkardığında ortada ekmek yapacak un kalmıyor. Mahalleli artık daha fazla un getirmeleri gerektiğini düşünürken fırıncılar, mahallelinin yerine düşünüp onlar yorulmasın diye unu da kaliteli olduğuna inandıkları bir yerden kendileri alıyor. Doğal olarak ekmek artık birim fiyata bağlanıyor. Bu arada unu alma işini de ihaleye açıp çok iyi un taşıyacağına inandıkları bir kıl keçisi yetiştiricisine devretmeyi de unutmuyorlar. Doğal olarak hepsinden komisyonu alan fırıncı, ihaleyi verdiği insanların akrabası olan kişi fırıncı, en çok kazanan fırıncı ve bol bol ekmek yiyen yine fırıncı.

Galiba enerji şirketlerinin bu örnekten pek farkı yok. Dikkat ederseniz enerjinin hem birim fiyatını ödüyoruz hem de dağıtım bedelini, tıpkı mahalleli gibi. Tabii bir farkla. Evlerimize gelen enerjiyi motorla mı yoksa nakliyat kamyonlarıyla mı getiriyorlar? Bildiğim kadarıyla enerji nakil hatlarıyla geliyor ve bu nakil hatlarını da zamanında vergilerimizle biz yaptık. Hani işin bu kısmını da düşünüp fırıncı örneğine dönersek, aldıkları motorların da mahalleli tarafından alındığını ve yakıtlarını her gün mahallelinin karşıladığını düşünün. Bu tuhaf döngünün bozulmaması için mahallenin imamının vaazlarında fırıncıları övüp veren elin alan elden üstün olduğunu söylediğini düşünün. Hatta mahallede bir mahkemenin kurulduğunu ve bu mahkemenin mahalledeki kökten saçma düzen içerisinde güçlülerden yana adaleti tayin ettiğini düşünün. Bununla da yetinmeyip kolluk kuvvetleri kurduklarını ve bunun gücüyle mahallede “Ekmekleri bedava almamız gerekiyor” diyenleri copladıklarını düşünün. Tabii bütün bunlar gerçekleşirken kuryeleri ve diğer işçileri kimsenin duymadığını, görmediğini düşünün. Sonra da mahallelinin büyük kısmının bu sistemden memnun olduğunu ve her seferinde aynı fırıncıları seçtiğini düşünün. Yani kısacası, arsız güçlenince suçlusu haklı olur diye boşuna dememişler.

Diyarbakır’dan bir enerji işçisi

Yorumlar kapalıdır.