Tırmandırılan göçmen düşmanlığı karşısında nasıl bir politika izlenmeli?

Son dönemde göçmenlere ve özellikle de Suriyelilere dönük olarak ayrımcı, ırkçı ve saldırgan politikaların yaygınlaşmasıyla karşı karşıyayız. Rejim, içerisinde bulunduğu çoklu krize cevap üretmekte zorlanır ve ekonomik çöküş derinleşirken bir yandan da seçim gündemi kendisini dayatmakta.

Böylesi bir ortamda, iktidar da düzen muhalefeti de özellikle Suriyeli göçmenleri politika malzemesi haline getirerek kendi oy tabanını konsolide etmeye çalışıyor. Bunu yaparken de Türkiyeli emekçiler için keskinleşmeye başlayan sınıfsal kutuplaşmayı görünmez kılma gayretiyle onları ırk ve etnik ayrım üzerinden ayrıştırmaya çabalıyor.

Göçmen emekçiler ekonomik krizin sorumlusu ilan edilip, Suriyelilerin davul zurna ile mi yoksa zorla mı ülkelerine gönderileceği üzerinden bir yarış tutturuluyor. Suriyeli emekçilerin maruz bırakıldığı hak ihlalleri, kısıtlanan özgürlükleri görünmez kılınmaya çalışılıyor.

Ve tabii ekonomik krizin, maceracı dış politikanın, ikiyüzlü çıkarcı göçmen politikalarının asıl sorumlularının üzerinden atlanıp, göçmen düşmanlığı normalleştirilmeye çalışılarak emekçi sınıflar için kalıcı çözümlerin üzeri örtülmeye çalışılıyor.

Muktedirler tarafından emekçi sınıfları bölmek adına kışkırtılan göçmen düşmanlığı karşısında ise emek örgütlerine, sosyalist yapılara ve kitle kurumlarına önemli görevler düşüyor.

Sıcak para karşılığında AB’nin sınır bekçiliğini yapan, göçmenlere mülteci statüsünü tanımayarak haklarının önemli bir kısmını gasp eden, göçmen emekçileri ucuz işgücü olarak Türkiyeli kapitalistlerin sınırsız sömürüsüne tabi kılan iktidarın politikaları ve kendi yarattıkları krizin sorumluluğunu göçmen emekçilere yansıtarak oluşturdukları milliyetçi histeriden beslenmeye çalışan kapitalistler karşısında, emekçilerin birliğini ve göçmenlerin haklarını savunan bir birlikteliğin genişletilme ihtiyacı halen aciliyetini koruyor.

  • Göçmenleri Türkiye’ye hapseden, sınırlarını kapatan emperyalist AB ile onları pazarlık malzemesi olarak kullanan AKP iktidarının 2016 yılında imzaladığı Geri Kabul Anlaşması’nın iptali;
  • Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Cenevre Mülteci Hakları Sözleşmesi’nden çekincesini kaldırması ve göçmenlerin mülteci statüsünün tanınmasıyla, sığınma, çalışma ve barınma vb. konulardaki hakların genişletilmesi;
  • Türkiye’deki göçmenlerin şehir ve yer değiştirebilme, yani seyahat özgürlüğü önündeki keyfi engellerin ortadan kaldırılması;
  • Geri gönderme merkezlerinin sivil denetime açılarak göçmenlerin merkezlerde keyfi bir şekilde alıkonulmasının ve zorla “gönüllü geri dönüş” belgesi imzalatılarak sınırdışı edilmelerinin önüne geçilmesi.

Bu ve benzeri talepler üzerinden şekillenebilecek bir birliktelik, göçmenlerin hak ve özgürlüklerine erişimlerinin önündeki engelleri kaldırabileceği gibi iktidarın ve emperyalizmin ikiyüzlü göçmen politikalarına karşı mücadele anlamında da önemli bir dinamik yaratacaktır.

Öte yandan Türkiye işçi sınıfının bir parçası haline gelen göçmen emekçilere yönelik sendikaların kapsayıcı bir politika geliştirmesi ve Türkiyeli emekçilerle göçmen işçilerin birlikte örgütlenmesinin olanaklarının inşa edilmesi de kapitalizmin işçi sınıfını suni bir şekilde bölmeye çalışan politikaları karşısında sınıfın birliğini yaratacak yegâne çıkış niteliğinde. Ve yine gençlik, kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin göçmen genç, kadın ve LGBTİ+larla dayanışma dinamiklerini oluşturması, Türkiye topraklarındaki tüm emekçilerin ve ezilenlerin birliğinin sağlanabilmesi yolunda önemli bir adım olacaktır.

Yorumlar kapalıdır.