Anahtarımız, örgütlenme ve mücadele!

Emperyalist kapitalist sistemin 2008’den bu yana derinleşen krizi, bir süredir dile getirdiğimiz gibi “çoklu krizler” biçiminde açığa çıkıyor. Bu duruma iktidarların verdiği cevap ise mensup oldukları sınıfın saflarını sıklaştırmak. Araçlar ve taktikler değişse de en reformistinden en bonapartistine burjuva rejimlerin uzlaştığı zemin açık: işçi sınıfına, onun zaten tarihsel olarak delik deşik edilmiş kazanımlarına sistematik olarak saldırmak ve -mutlaka- örgütlenmelerini, örgütlenme araçlarını zayıflatmak, parçalamak.

Türkiye işçi sınıfının neoliberal dönüşüm süreci içinde uzun yıllardır maruz kaldığı bu durum bugün Tek Adam rejimi altında en çıplak haline bürünmüş durumda. Çok geriye gitmeyelim, pandemiden bu yana bile yaşananlar süreci özetleyecektir: hukuksuz işten çıkarmalar ve sendikalaşmayı fiilen engellemeye dönük baskılar; esnek ve güvencesiz çalışma koşullarının daha da yaygınlaşması; istihdama destek adı altında işçilerin değil işverenlerin desteklenmesi, emek gücünün ucuzlatılması vd.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) bu yıl dokuzuncusunu yayımladığı Küresel Haklar Endeksi de bu durumu işçi hakları açısından açıkça ortaya koyuyor: Türkiye, çalışanlar için en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. Rapor, bu durumun gerekçesi olarak, grevlerin bastırılması, sendikacıların tutuklanması ve sistematik olarak sendikal faaliyetlerin engellenmesini işaret ediyor. Geçtiğimiz dönem işçi ve sendika düşmanı tutumlarını açıkça ortaya koyan Salcomp, Farplas ve ASD Laminat ise Türkiye’de işçi haklarını ihlal eden şirketlerin en başında gösteriliyor.

Bu yazının yazıldığı sıralarda, aynı sendika düşmanı tutum Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Termokar’dan da geliyor. DİSK Birleşik Metal-İş sendikasının örgütlü olduğu fabrikada işverenin, yıllardır yetki sürüncemesinde olan sendikal mücadelede ön safta olan işçileri işten çıkardığını öğreniyoruz.

Öte yandan, başta da dikkat çekmeye çalıştığım, başta sendikalaşma hakkı olmak üzere işçi haklarına dönük tüm saldırıların sistematik ve küresel yönü aynı rapordaki bir diğer veride açıkça görülüyor: Ülkelerin yüzde 77’si işçilerin sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını engelledi. Yüzde 87’si grev hakkını ihlal etti ve her beş ülkeden dördü toplu pazarlığı engelledi.

Açık ki, Türkiye’de de gördüğümüz gibi burjuva rejimler bu krizden çıkış yolunu iyi biliyor: Eninde sonunda faturayı emekçilere kesmek! Mesele bunu uygulayıp uygulayamayacakları. Bir diğer bildikleri de bu yolu açacak anahtarın, işçi sınıfını güvencesiz ve örgütsüz kılmak olduğu. Tıpkı Yemeksepeti örneğinde gördüğümüz gibi ne kadar büyük, ne kadar kârlı olurlarsa olsunlar işçileri bir sınıf olarak güçlendirecek sendika gibi araçlara bu yüzden tahammülleri yok.

İşçiler, emekçiler olarak bizim de buradan çıkış anahtarını iyi görmemiz ve bunda ısrar etmemiz gerekiyor: En ufak kazanımlarımız, en temel haklarımız için dahi örgütlenmekten, taleplerimiz için mücadeleden ve bu mücadeleleri birleştirmekten öte seçeneğimiz yok.

Yorumlar kapalıdır.