Fiyat istikrarı nasıl sağlanır?
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, katıldığı bir televizyon programında fiyat istikrarının yavaş yavaş sağlanacağını vaat ederken, ihracatın artması için Türk Lirası’nın değer kaybetmesi gerektiğini savundu. Bu mantığa göre (yani hâlihazırda uygulanan ve milyonlarca emekçiyi sefalete mahkûm eden bu politika ile) TL’nin değeri artarsa sanayi yavaşlar ve işsizlik artar. TL’nin değeri azalırsa üretim ve ihracat artar – işte optimum bir noktayı bulursak fiyat istikrarının sağlanacağı iddia ediliyor.
İşte bu veciz matematik, iktidarın bilinçli olarak toplumu sefalete sürüklediği süreci iyi özetliyor. Enflasyonla mücadelenin olmadığı bir yerde fiyat istikrarı sağlanamadığı gibi enflasyonun bilerek yüksek tutularak paranın değerinin düşürüldüğü, bunun da ekonomik bir mucize gibi sunulduğu bir durum söz konusu. Yani emekçiler ölüm ve sıtma arasındaki o ince çizgide hayatta kalmaya çalışmak için biraz daha çaba sabretmeliler ki Bakan’ın vaatleri hayata geçsin.
Resmi enflasyon baz etkisi nedeniyle düşüş eğilimine girse de fiyat artışları ve hayat pahalılığı devam ediyor. Enflasyon sepetindeki en büyük kalemlerden olan ve ücretli emekçilerin harcamaları içinde en büyük paya sahip gıda, barınma ve ulaşım hizmetleri son bir yıl içinde en az 2,5 kat arttı. Yani ücretlere ne kadar zam yapılırsa yapılsın alım gücündeki erimenin önüne geçilemiyor. Bu hayat pahalılığı ve alım gücünün düşmesi sonucu emekçiler daha fazla borçlanma yoluna gidiyor. Türkiye Bankalar Birliği’nin son açıkladığı verilere göre, son bir yılda kişi başı ortalama borç kredilerde 38 bin liraya, kredi kartlarında ise 12 bin liraya yükselmiş. Türkiye’de yaşayan 38 milyona yakın kişinin 1,5 trilyon liraya yakın bireysel kredi borcu bulunuyor. Buna, işçilerin asla kazandıkları ile yaşayamadığı, sürekli olarak vergiler ve borçlanma yolu ile bir avuç zengini finanse ettikleri bir kara düzen de diyebiliriz.
İktidar bu gerekçe ile yitirdiği seçmen desteğini seçimler öncesinde açıkladığı çeşitli paketlerle değiştirmeye çalışıyor. Hâlihazırda uyguladığı düşük faiz politikası ile kredi musluğu açılarak düşük faizli kredi kullanımı pompalanarak tüketimi canlandırmaya çalışmakta. Fiyat istikrarı içinse devasa marketlere baskı yapılarak “1000 üründe sabit fiyat”, “bolluktan berekete” gibi tamamen göstermelik kampanyalarla seçmene kırıntı dağıtılmaya çalışılıyor. Bir yandan da vergi afları, işveren teşvikleri gibi paketler açıklanarak Hazine’den patronlara kaynak aktarımı yapılmaya devam ediliyor. Ancak bu seçim ekonomisinin yaratacağı bütçe açığının yılın ilk yarısında 1 trilyon lirayı aşması bekleniyor.
Kaynak paylaşımı siyasi bir tercihtir. Fiyat istikrarı enflasyonu tetikleyen, bir avuç yağmacıyı zengin eden ekonomi politikaları ile sağlanamaz. Artan maliyet baskısına karşı üretimde merkezi planlama ve işçi denetimi sağlanarak fiyatlardaki önlenemez artış kontrol edilebilir. Fiyatların gıda sanayii, toptancı tüccarlar ve büyük market zincirleri tarafından değil işçi denetiminde belirlenmesi ve takip edilmesi, sefalet kıskacına itilmiş milyonlarca emekçinin refahı için çözüm olabilir.
Yorumlar kapalıdır.