Milletvekili adayı Veysel Dönmez: “İnsan onuruna yaraşır bir ücretimiz ve hayatımız olmalı”

Veysel, 20 yıldır işçilik yapıyorsun. AKP de 20 yıldır ülkeyi yönetiyor. Senin işçilik tarihin ile AKP’nin iktidar olma tarihi aynı döneme denk geliyor. Bir işçi olarak bu 20 yıllık dönemi nasıl değerlendirirsin?

Evet, 20 yıldır çalışıyorum. Ben çalışmaya başladığımda AKP de Türkiye’yi yönetmeye başladı. Şu an 38 yaşındayım. Türkiye’nin en büyük kargo şirketlerinden birinde işçiyim. Tüm Taşımacılık İşçileri Sendikası (TÜMTİS) üyesiyim.

Söyleyeceğim en temel şey, 20 yılda işçiler olarak haklarımızın hep geri gittiği olur. Örneğin 2002 yılında asgari ücret ile işe başladım. Maaşım 184 liraydı. Bu maaşla yedi tane çeyrek altın alınabiliyordu. Bugün asgari ücret 8500 lira. Demek 20 yılda 46 kat artmış ama dört tane bile çeyrek altın alınamıyor. İstanbul’da yaşayan bir işçi olarak sebze meyveden ete süte, ev kiralarından elektrik ve doğalgaz fiyatlarına dek bu alım gücümüzün düşmesini net bir şekilde yaşıyoruz. AKP 20 yılda biz işçileri çok yoksullaştırdı. Çalışan insanlar olmamıza rağmen artık ihtiyaçlarımızı karşılayamaz durumdayız.

Ben 10 yıldır İşçi Demokrasisi Partisi bayrağı altında mücadele ediyorum. Sendikaya üye olmamın da, bir işçi partisinin üyesi olmamın da nedenleri işte biz işçilere yönelik bu saldırılara, yoksullaştırmaya dur demek istemem. Yıllar önce Yurtiçi Kargo’da işçiydim. Sendikalaştığım için ve aynı zamanda işçi arkadaşlarımı sendikalaştırdığım için işten kovuldum. Daha önce otellerde çalışarak hayatımı kazanıyordum. Bu dönemde de Tüm Emek Sen üyesiydim ve emekçi arkadaşlarımı yine sendikalaştırmak için mücadele veriyordum. 2017 yılında inşaat işçiliği yapıyordum. İnşaatta çalışırken gerekli işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmadığı için bir iş kazası geçirdim ve bir ayak parmağımı kaybettim. İşte bir işçi olarak 20 yıldır bunlara karşı mücadele veriyorum.

Bugün ekonomik krize, Tek Adam rejimine, çürüyen toplumsal duruma karşı verdiğim mücadelelerde bana rehberlik eden sosyalist perspektifi emekçi kardeşlerimle paylaşmak için seçimlerde adayım. Aynı zamanda Hataylıyım. 6 Şubat depremlerinin ardından bütün ailem depremzede oldu. Haftalar boyunca en acil ihtiyaçlarına yanıt alamadılar. Bütün bunlar aday olmamı ve mücadele azmimi artırdı. Çok açık ki en acil sorunlarımız karşısında birlik olmamız, sendikalarımızda ve partilerimizde örgütlenmemiz, ihtiyaçlarımıza odaklanan çözümler için seferber olmamız gerekiyor. Ben de işten atmalara, güvencesizliğe, iş kazaları ile cinayetlerine, emekçileri vuran doğal ve sosyal afetlere, sömürü ve yoksulluğa karşı mücadele etmemizi öneriyorum.

‘İşçinin sorununu işçi çözer’ diyoruz. Çünkü patron işçinin hakkını, hukukunu öncelemez. Önce kârına bakar.

Mücadele ederken birçok kez işten atıldığını söyledin. Türkiye’de işten çıkarma, sendikasız, güvencesiz, düşük ücretle çalıştırma çok yaygın. Nasrettin Hoca damdan düştüğünde başına toplananlara “Bana damdan düşen birini getirin, derdimi ancak yaşayan anlar” demiş. Ne dersin?

Hoca çok haklı! Bizim de düsturumuz benzer, “İşçinin sorununu işçi çözer” diyoruz. Niye? Çünkü patron işçinin hakkını, hukukunu öncelemez. Patron önce kârına bakar. O kârı artırmak için de işçinin emeğinden çalabildiği kadar çalar. Bu amaçla örgütlenir. O güçle kendi sermaye çıkarlarına uygun yasalar yapılmasını sağlar. Kaşıkla verdiğini kepçeyle alacak bir düzen kurar. Emekçinin alın teri patronun kasasına akar. Bu nedenle 20 yıldır biz işçilerin toplam milli gelirden aldığı pay geriliyor. Niye? Çünkü Saray rejimi örneğin vergi dilimlerini olması gerektiği gibi revize etmiyor, çünkü sendikalı işçinin ekonomik kazanımlarını ezmek istiyor. Rejim patronlara vergi affı üzerine vergi affı açıklamakta hiçbir sakınca görmüyor. Patronlara vergi afları layık görülürken, milyonlarca sendikalı işçinin örgütlenerek, mücadele ederek elde ettiği kazanımlarına vergi aracılığıyla el uzatılıyor. İşçilerin vergi matrahı tarafından soyulmasına dur denmeli.

Ben bir işçiyim ve mevcut sefalet koşulları karşısında acil bir önlem olarak, asgari ücrette yapılan tüm kesintilerin kaldırılmasını ve işçilere brüt tutarın tamamının yatırılmasını savunuyorum. Kesintiler işçilerden değil patronlardan yapılmalı. Ayrıca birçok yerde işten çıkarmalar mevcut. Birçok işyerinde kadrosuz, güvencesiz çalışma yaygınlaştırılmak isteniyor. Her işçinin iş güvencesi olmalı. İşten çıkarmalar yasaklanmalı. Kadrosuz, taşeron çalışma biçimi son bulmalı. Ücretler düşürülmeksizin çalışma saatleri kısaltılarak çalışmak isteyen herkese iş yaratılmalı. Ücretler enflasyon oranında iyileştirilmeli.

İşçilerden hep fedakârlık istenir. AKP 20 yıldır bir yandan “kriz bizi teğet geçti” derken bir yandan da hakkını isteyen işçilere “Sokaklarda asgari ücretin yarısına çalışacak milyonlar var, işinize gelirse” dedi. Bunu kabul etmeyip mücadele eden işçilere de “Ayakların baş olduğu nerede görülmüş” dendi. Ne dersin?

Öncelikle AKP’nin ekonomi modeli işçiden alıp patrona verme, yoksulu daha da yoksul, zengini daha da zengin yapma modelidir. AKP zenginlerin, bürokratik seçkinlerin, ayrıcalıklarını din-inanç-millet kisvesiyle örtmeye çalışan yağmacıların partisidir. AKP’nin ekonomi anlayışında sendikalaşma işten atılma nedenidir, grev suçtur, toplu sözleşme göstermeliktir. Önce bunda anlaşalım.

İkinci olarak Türkiye her anlamda ve alanda Cumhuriyet tarihinin en kötü zamanlarını yaşıyor. Çürüme ve yozlaşma sıradanlaşmış halde. Ar damarı çatlamış bir iktidar arsızlığı, utanç verici bir keyfiyet ve ikiyüzlülük egemen durumda. Diyorlar ya, yaparsa AKP yapar. Evet, aynen yaptılar. Bir laf vardır, “Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş.” Bunlar zengini daha zengin, işçiyi-emekçiyi daha fakir yapmak için darbeyle şunla bunla 40 yıldır Özal’dan Demirel’e, oradan Çiller’e, oradan da bu AKP’lilere Türkiye’yi sermaye için bir ucuz emek cenneti haline getirdiler. Güvencesiz ve esnek çalışma rejimi altında iş cinayetleri bu nedenle bir savaş bilançosuna döndü. Bunların yönetiminde sendikasızlık kural, grev yasağı sıradan, düşük ücretle güvencesiz-esnek çalışma normal hale getirildi. Bir işçi olarak bunun için sendikalı ve örgütlü mücadele ediyorum. Bunun için aday oldum. İşçiler mücadele etmez, örgütlenmez, birlik olmazsa bu düzen böyle gelmiş, böyle gider.

Ekonomik krizden çevre felaketlerine, depremden tarımın çöküşüne ülkeyi savaştan çıkmıştan beter ettiler.

Veysel, birçok işçi-emekçinin bütün bu tabloya rağmen AKP’ye, Erdoğan’a oy verdiğini görüyoruz. Oy veren işçilere sorduğumuzda örneğin “EYT’yi çıkardı”, “Asgari ücreti artırdı”, “Yol-köprü yaptı” gibi açıklamaları oluyor. Bunlara ne dersin?

Hataylı olduğumu söylemiştim. Hatay depremle yıkılmadı. AKP ve öncesindeki sermaye yanlısı, rantçı hükümetlerin onlarca yıl boyunca yapmadıkları nedeniyle yıkıldı. Geçmişte hiçbir hükümet AKP’nin sahip olduğu kaynağa, paraya sahip olmadı. Milyarlarca doları betona gömdüler. Sırf kendilerini ve çevrelerini zenginleştirmek için iş yaptılar. Bunun neticesinde işte on binlerce canımız o betonların altında can verdi. Yüz binlercesi evsiz kaldı. Milyonlarcası yerinden yurdundan oldu.

Türkiye’yi 21 yıldır o kadar kötü yönettiler ki, ekonomik krizden çevre felaketlerine, depremden tarımın çöküşüne ülkeyi savaştan çıkmıştan beter ettiler. Bakın milli gelirimiz artacaktı, borçlarımız arttı. Gelirimiz artacaktı, hepimiz asgari ücretli olduk. Hepimiz iş-aş sahibi olacaktık, evdeki bulgurdan dahi olduk. Sanayi bitti, tarım bitti, hayvancılık bitti, eğitim-sağlık bitti. Onlar ise sadece kendi keselerini doldurdular.

Bugün EYT’lilerden yılını ve prim gününü tamamlayanlar emeklilik hakkı kazandı, doğru. Ama EYT’lilerin yüzde 90’ı çalışmaya devam edecek. Niye? Çünkü o emekli maaşı ile geçinmek imkânsız. Asgari ücretin dahi altında emekli maaşı alıyor emeklilerin yüzde 80’i. Yoksulluk sınırı üstünde maaşı olan emekli oranı yüzde bir bile değildir. Böyle olmaz. Çalışırken de, emekli olduğumuzda da insan onuruna yaraşır bir ücretimiz, insan onuruna yaraşır bir hayatımız olmalı. Bunun için emekçiler yönetmeli!

***

Editörün önerileri:

Yorumlar kapalıdır.