Yaşat mücadele, yaşat hafıza: Muhittin yoldaşın yaşamına, mücadelesine ve mirasına saygıyla

15 Haziran 2023. Günlerden perşembe. Her zaman olduğu gibi, erken kalkan kahveyi demlemiş. Evde sabahın ilk öğünü, kahve ve sigara. Muhittin geceden valizini hazırlamış. Öğlen arkadaşına geçecek. Sonrasında peş peşe birkaç seyahat planı var. Bazısı tatil, bazısı yapılması gerekenlerden ötürü ve bazısı da politik faaliyet. Ağustos başına kadar pek görüşemeyeceğiz. Ama tabii aradaki o bir buçuk aylık zamanda planlamak gereken çok fazla da iş var.

Bir yandan da dışarıda hava oldukça güzel. İkimizin de gözü birbirimizin kahvesinde. Önce bitiren diğerine dikecek gözünü, “Hadi hava almaya çıkalım, bir çay içeriz,” diyecek. Kahvesini önce bitirip sol kaşını kaldıran Muhittin oldu: “Uzun süre görüşemeyeceğiz, haydi çıkıp ‘son’ bir kahvaltı yapalım, ben de oradan Bostancı’ya devam ederim,” dedi. “Hem kahvaltı yaparken de şu yapılacakların bir üzerinden geçeriz,” diye ekleyerek.

Valizi ve sırt çantasıyla çıktı evden. Ver dedim, valizi ben çekeyim. Cevabı net: “Yok oğlum çekiyoruz ya işte. Hem hafif hem de yaşlı muamelesi yapma öyle,” deyip hınzırca gülümsüyor. Normal rutinde birer poğaça ya da sandviç alır, mahallenin çaycısına otururuz, dışarıda kahvaltı edelim dediğimizde. Uzun zamandır oturageldiğimiz çaycının yeni sayılabilecek bir zamanda kapanmış olması (yaklaşık bir ay) huzursuz etmişti Muhittin’i. Alışkanlıklarının, düzeninin bozulmasından, hele ki kendisi dışındaki etmenlerden dolayı bozulmasından hoşlanmazdı. İlk 1-2 hafta sudan çıkmış balık gibi müdavim olunacak yeni bir çaycı arayışındaydı. Neyse, sonunda bulabilmişti bir yer, eskisinden daha fazla gürültülü de olsa…

“Sen geç çaycıya, ben poğaçaları alıp geleyim,” dedim. “Bugün şöyle güzel bir kahvaltı yapalım, bir buçuk ay görüşemeyeceğiz. Menemen yiyelim,” oldu cevabı. Mahalledeki en yakın dostumuz Metin abinin mekanına oturduk. Kahvaltı siparişimizi verdik. Ama önden iki çay söylemeyi ihmal etmedik. Çay, sigara ve not defterleri masada. Önce hangimiz hangi aralıkta evde olacak onları not ediyoruz karşılıklı. Muhittin arkadaşının evine geçtikten sonra 19 ile 21 Haziran arasında üç günlüğüne Bolu’ya gidecekti tatil için. Heyecanlıydı. Anadolu’yu gezmek, gezerken bir köşede bir kahvehaneye oturup insanları izlemek ve mümkünse biraz sohbet etmek en istediği şeylerdendi. Hatta birkaç defa, bir araba kiralayıp üç haftalığına bir Anadolu turu yapmayı konuşmuştuk birlikte. Sadece konuştuk ama planlamadık.

Bolu’nun ardından İstanbul’a dönüp bir gün arkadaşında kalacaktı. 23 Haziran’da da arkadaşıyla birlikte Saroz’a gideceklerdi yine tatil için. Oradan hangi gün döneceği tam belli değildi. 8 Temmuz’daki Merkez Komite toplantısı öncesindeki hafta İstanbul’da olmaktı planı. Belirsizliğin ana nedeni Saroz’da verimli çalışma ortamını bulup bulamayacağı idi. Sıcaklık, bayram kalabalığı, gürültü… Bunları tam kestiremiyordu.

Yüksek ihtimalle zihninden bu sorular geçerken seyahat takvimini bir kenara bırakıp parti çalışmalarında yaz döneminde önümüze koymuş olduğumuz görevlere kaydı muhabbet. Tabii en yakını gazetenin, Gazete Nisan’ın temmuz başına yetişmesi gereken yeni sayısı idi. Gecikmemesi gereken acil işlerle ilgili ayrı bir devrimci disiplini vardı. “Dur ben şu üzerimdeki gazete yazılarını Bolu’ya geçmeden bitirip gruba atayım. Hem orada strese girmemiş olurum hem de diğer yazı üstlenen yoldaşlar da önden iletmeye başlar belki. Ben de mizanpaja girişirim,” diyerek gülümsedi. Keza biz oradan ayrıldıktan birkaç saat sonra “Muhalefete kim önderlik edebilir?” başlıklı yazısını yayın grubuna iletti. O ana tanıklık edememiş olsam da çok yüksek bir olasılıkla yazısını gönderir göndermez bilgisayarının ekranını sertçe indirip masadan kalkarak koltuğa geçip bir sigara yakmıştır. Üstlenmiş olduğu bir görevi, sorumluluğu yerine getirdikten sonra çokça defa yaptığı gibi.

O sırada kahvaltılar geldi. Paylaşmak için bir menemen ve bir kahvaltı tabağı. Hemen ikinci çayları söyledik. Hızlı bir şekilde masadaki erişilebilirlik sorununu çözdük. Benim zeytinle aram iyi olmadığından zeytinleri onun önüne, onun yeşillikle arası iyi olmadığından yeşillikleri benim önüme yerleştirdik. Reçele daha sıra vardı. Ne de olsa daha kahvaltının başıydı.

Bir yandan da yapılacaklar listemize devam ediyorduk. Yaz dönemi için iki ana eğitim programı belirlemiştik Merkez Komite’de. Biri ağustos ayı başında yapmayı düşündüğümüz kadro okulu, diğeri ise aynı ayın sonuna planladığımız parti okulu. Tabii konuşmamız da bu takvimlendirmeye sadık devam etti.

Önce kadro okulu. Yazı kurulumuz kadro okulunun planlanması, gündemlerin ve içeriklerin oluşturulması için toplanmıştı. Ana başlık “Türkiye’de Troçkizm’in ve İşçi Cephesi’nin tarihi” idi. Biri kurucusu diğeri de var edicisi, Muhittin ve Oktay yoldaşlar hazırlıklarını yapıyorlardı. Bu devasa mirası tüm yoldaşlara aktarabilmek ve sonraki kuşaklara da bırakabilmek uzunca bir süredir Merkez Komite’de en çok konuştuğumuz başlıklardan bir tanesiydi. Aynı zamanda Muhittin tüm bu tarihi yazılı hale getirmek için de çalışmalara başlamıştı bir süredir. Hepimizin de yoğun ısrarlarıyla. Hatta bir defasında evde konuşurken yazmakta zorlandığını söylemişti. Olayların merkezinde olmasından ötürü birinci tekil şahısla mı yazsa yoksa daha dışarıdan bir gözle mi yazsa arada kalıyordu. Benim de “bazen” aceleci yanım ağır basıyordu işlerin tamamlanması konusunda. “Yazmakta zorlandığında ses kaydı mı alsan? En azından elimizde kaydı olur, nasıl kullanacağımıza hep birlikte karar veririz,” demiştim. O ise geriye güzel bir eser bırakmak istediğini, ses kaydıyla değil de yazarak ilerlemenin daha iyi olacağını söylemişti.

Kadro okulundan temel hedefimiz, son süreçte parti inşasında daha da fazla sorumluluk almaya başlayan yoldaşlarımıza kadrolaşma, daha fazla politik üretim alanı açma kaygısıydı. “Görkem, belirlediğimiz arkadaşlar üzerinde sen de düşün; nasıl, nerede ve hangi alanda daha fazla inisiyatif almalarının önünü açabiliriz? İyi düşünelim, 8 Temmuz’da Merkez Komite’de konuşalım üzerine,” dedi. Ve ekledi: “Kadro okulunun son gündemi de ‘Örgütlenme Sorunları’ olacak. O başlığın hazırlığına seni yazdık. Sonrasında o hazırlığı da bir yazıya dökersin. Tembelliği bırakıp yazarsın artık,” diyerek gülümsedi. Bir yandan da reçeli önüne çekti. O kahvaltısının sonuna geliyordu. Bense sigaramı yakmıştım.

Muhittin tarihsel önderdi. Ama önderlik vasfının buyurgan bir tavırla yerine getirilemeyeceğini içselleştirecek kadar iyi ve kötü deneyim biriktirmişti. Gerek önderlik ekibinde gerekse de tüm partide yoldaşlarını teşvik etmek için her türlü yolu denerdi. “Örgütlenme sorunları” üzerine Moreno’nun da metnini baz alarak çalışmamı ve bunu parti için bir eğitim dokümanı haline getirmemi konuşmamız 2022 yazına, parti konferansımızın hazırlık sürecine tarihleniyordu. Aradan neredeyse bir yıl geçmişti. Parti inşasında öncelikler sınıf mücadelesinin koşullarına göre yer değiştirebilir ama süreklilik esastır. Muhittin, devrimciliğiyle bunun fikri takibiydi.

Reçel bitmemiş ama ekmek sepetinde ekmek kalmamıştı. Muhittin muzırlık peşindeydi. Aracı da çay kaşığı. Tatlı ile arası fazla iyi idi. Hapishane günlerinde koğuşa arada gelen şekerpare tepsisi ile kurduğu ilişkiyi anlatmayı çok severdi. Şekerparelerin bitiminde önce şerbete banılan ekmek yenirmiş, sonra kalan şerbeti tepsiden içmesi için koğuş arkadaşları tepsiyi Muhittin’e teslim edermiş.

Kahvaltının ardından masamızdaki boşları birlikte toparladık. Muhittin sigarasını yakarken ben tabakları mutfağa bıraktım ve üçüncü çaylarımızı sipariş ettim. Seyahat takvimimize geri dönmüştük.

Ben 25 Haziran sabahı Arjantin’e uçup 5 Temmuz’da İstanbul’a dönecektim. Dünya partimiz, İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in (İUB-DE) Uluslararası Yürütme Kurulu (UYK) toplantısı olacaktı. Yoğun bir gündemimiz vardı. Keza 2023 yılı Aralık ayında enternasyonalin sekizinci Dünya Kongresi’ni bu UYK toplantısında organize edecektik. En önemlisi de enternasyonalin dünya durum rapor metni hazır edilecekti toplantıda. İUB-DE Latin Amerika ağırlıklı bir seksiyon ağına sahip olduğundan metinleri ilk etapta İspanyolca olarak hazırlıyorduk. Ancak benim İspanyolcam alaylı olduğundan üzerimdeki stres ikiye katlanıyordu genellikle. Özellikle de iki yılda bir Dünya Kongresi’ni örgütlediğimiz UYK toplantılarında. Partinin enternasyonal bürosunda birlikte çalıştığım ve İspanyolcaları benim gibi alaylı olmayan Muhittin ve Atakan yoldaşlarla metinler gelir gelmez paslaşmaya başlar, birlikte hazırlanırdık.

Sohbetimizin gündemi Arjantin seyahatim olduğundan ben yine benzeri bir kaygıyla “Metinler gelir gelmez size de iletirim, birlikte bakarız,” dedim. Ama Muhittin pek oralı olmadı. Konu Arjantin’e gelince onu başka bir heyecan almıştı. Hemen sigarasına davrandı. “UYK toplantısında kongre tarihi netleşince hemen yaz bize, ben de ona göre bilet bakayım,” dedi. Aralık ayında gerçekleşecek olan İUB-DE Dünya Kongresi’ne ilk kez katılacak ve 55 yıllık mücadele yaşantısında enternasyonalin inşası için epeyce seyahat gerçekleştirmiş olsa da Arjantin’e, ustası Nahuel Moreno’nun topraklarına ilk kez adım atacaktı. Dünya Kongresi’ni 2023 yılı Aralık ayında yapacağımızı UYK’da konuşmaya başlayıp seksiyon partilere aktardığımızdan bu yana, yani yaklaşık sekiz aydır hazırlığını ona göre yapıyordu. Kongre her seksiyonun kendi uluslararası konferansını gerçekleştirip seçtiği delegelerin buluşmasıyla hayat buluyordu. Muhittin, İDP’nin tarihsel önderi olsa da alçakgönüllü olan bir devrimciydi. Hemen ekledi: “Biz herhalde burada uluslararası konferansı ekim ayı gibi yapabiliriz. Ben Kongre’ye gitmek istediğimi söyledim ama sakın beni delege olarak önermeyin konferansta. Sen ve Atakan’ın enternasyonalde emekleri çok. Ya da başka yoldaşları delege seçelim. Ben davetli olarak katılır, takip eder, katkımı sunarım. Bir de gitmişken biraz uzun kalır Arjantin’i gezerim.”

Sonra muhabbetimiz hızlıca Arjantin’de gezilecek yerlere kaydı. Dördüncü çaylar ve bilmem kaçıncı sigaralar eşliğinde. Güçlü ihtimallerden biri birlikte gidecek olmamızdı Arjantin’e. Hızlıca sorularını sordu: “Aynı uçakta gidebilir miyiz?”, “Sen oradayken nerede konaklıyorsun, birlikte konaklayabilir miyiz?”, “Gardel [Carlos Gardel: Nam-ı diğer ‘Tango’nun Kralı’] dinleyecek güzel mekânlar var değil mi?”, “Ben 20 gün civarı kalmayı düşünüyorum, sen o kadar kalabilir misin?”

Ben bu soruları cevaplarken çaylar bitmişti. İkimiz de sıranın Türk kahvesine geldiğinin farkındaydık. Ve bu tip durumlarda “Türk kahvesi” demeden ne istediğimizi birbirimize anlatabilecek iletişim seviyesine erişmiştik. “Ee haydi o zaman,” deyip sol kaşını kaldırıp gülümseyerek arkasına yaslandı. Kendim için sade, Muhittin için az şekerli Türk kahvesini sipariş etmem bir dakika sürmedi.

Ağustos ayının sonunda yapmayı planladığımız parti okulunun gündemlerinden birini yaklaşmakta olan Dünya Kongresi sürecine ayırmıştık. Konu hızlıca oraya geldi: “Sen ve Atakan, Arjantin dönüşü, yaz kampının enternasyonal başlığı için bir hazırlık yapabilir misiniz?” diye sordu. Mücadele yaşantısının önemli bir bölümünü dünya partisinin inşasına hasretmiş bir devrimci militan olarak Muhittin, enternasyonalin inşasının parti militanlarının da enternasyonal politikalarla donatılmasını zorunlu kıldığının fazlasıyla bilincinde olarak faaliyet sürdürürdü.

Biraz klasikleşen “hallederiz” cevabımı verdim. Sonra ekledim, “Bir ara da sen, ben ve Atakan’ın şu etaplar tartışması üzerine çalışmamız gerekiyor,” diye. Lenin ve Troçki’nin devamcısı olarak Nahuel Moreno, enternasyonalin ve seksiyonların inşasında talep, slogan ve taktiklerin belirlenmesine katkı sunmak adına dünya sınıflar mücadelesini aşamalandırmıştı. Ancak Moreno’nun aramızdan ayrıldığı 1987 yılından bu yana dünya sınıflar mücadelesinde belirleyici gelişmeler yaşanmış ve Morenist hareket de bu etaplar tartışmasını gündemine almıştı. İUB-DE seksiyonları olarak bazılarımız etaplar tartışmasında farklı görüşler savunsak da dünya sınıflar mücadelesinin acil başlıklarına cevap üretmekte ve seferberliklere talep, slogan ve taktiklerimizle dahil olmakta yek vücut hareket ediyorduk. Ama öte yandan enternasyonalin önderliğinin de politik pekişmesine hizmet etmesi adına bu ve benzeri politik, teorik tartışmaları da derinleştirmek gerekiyordu. Muhittin bir önceki Dünya Kongresi sürecinde Çin’in karakterizasyonu başlığında benzeri bir tartışmayı derinleştirmiş ve bunu “Çin ve Emperyalizm” başlıklı bir broşürde toparlayarak enternasyonalin Çin ile ilintili politikasının belirlenmesine oldukça önemli bir katkı sunmuştu. “Ağustos ayında üçümüz bir otururuz. Şu metinler de bir gelsin, sonra ikiniz etaplarla ilgili yazılı bir çalışma yaparsınız artık. Beni yormayın,” diyerek gülümsedi.

O esnada oturmakta olduğumuz Metin abinin mekânının yanında yer alan eczanenin sahibi Ali Bey, kendisine içeride hazırladığı kahvaltısıyla gelip yanımızdaki masaya oturdu. Biraz hoşbeş ettikten sonra Muhittin’in valizini gören Ali “Yolculuk nereye?” diye sordu. Muhittin gülümseyerek “Havalar ısındı, gezmeyle çalışmayı birleştirmeye,” dedi.

Muhittin için tatlının doldurduğu yeri bende de kafein işgal ediyordu. Kendime filtre kahve almaya kalkarken ona da bir çay söyledim. Masaya döndüğümde sigarasını yakmıştı. Seyahat takvimlendirmesine geri döndük.

10 Temmuz’da Manolo bir arkadaşıyla İstanbul’a gelecekti, Muhittin’i ziyarete. Muhittin’in İspanya Devleti’nde yaşadığı dönemde edindiği en yakın dostlarından biriydi Manolo. İki gün İstanbul’da vakit geçirdikten sonra Mardin, Diyarbakır ve Urfa’ya gideceklerdi birlikte. Geçtiğimiz yaz Muhittin’in yıllardır Amerika’da yaşayan ablası geldiğinde onunla da benzeri bir tur yapmıştı. Dedim ya gezmeyi, insanlarla tanışmayı, sohbet etmeyi severdi. Hatta geçtiğimiz yaz ablasıyla yaptığı seyahat sırasında Antep’te kaldıkları yerde genç bir öğrenciyle tanışmış, politika tartışmış ve birbirlerinin numaralarını değiş tokuş etmişlerdi. Düzenli olmasa da kendisiyle iletişim halinde kalmaya, gazetemizi iletmeye özen gösteriyordu Muhittin. 6 Şubat depremlerinin ardından da aklına ilk ona yazmak gelmişti.

Manolo ve arkadaşıyla tatillerinden döndükten sonra da birlikte İspanya Devleti’ne gideceklerdi. Ülkede uzun yıllar yaşayan Muhittin oradan emekli olmuştu. Pasaportunu yenileme süresi gelmişti. Aynı zamanda orada kaldığı süreçte de şu anda da İUB-DE’nin İspanya Devleti seksiyonu olan Lucha Internacionalista (LI-Enternasyonalist Mücadele) içerisinde militanlık yapmış, özellikle kendisi gibi göçmen emekçilerin örgütlenmesine dönük yoğun bir azimle mücadele etmişti.

Bu seferki seyahati esnasında İspanya Devleti’nde 23 Temmuz seçimleri gerçekleşecekti. “Gitmişken oyumu da kullanırım,” dedi. “Üç ayda iki farklı ülkede üç oy, hey maşallah,” dedim ve gülüştük. Seçimlerin ardından da kardeş partimiz LI’nin düzenleyeceği yaz okuluna katılacaktı İspanya Devleti’nde. Enternasyonal deneyimin tüm yoldaşlarca paylaşılabilmesi için seksiyonların parti okullarına diğer seksiyonlardan yoldaşların katılımı oldukça önemliydi.

Tabii konu Muhittin ve İspanya Devleti olunca hemen ekledi, “Gelirken jamón (bir tür kuru et diyelim) ve Torres (konyak) getiririm,” diye. O konyağı, ben ise viskiyi tercih ederdim. Ama iyi paylaşımcılardandık. O öyle söyleyince ben de eli yükselttim, “Ben de Arjantin’den bir Malbec (menşei Arjantin olan Malbec üzümünden yapılan kırmızı şarap), bir de ucuza bulursam viski getiririm,” diye. Karşılıklı gülüştük. “Desene ağustosta maçlar başlayınca elimizde cephanelik olacak,” demesiyle gülüşmelerimiz kahkahaya dönüştü. Futbol izlemek başat hobilerindendi. Zaten geçmişte bizatihi oynamıştı da.

Benim kahvem, onun da çayı bitmişti. Bir buçuk saate yaklaşmıştı “son” kahvaltımız. Derken aklına bir şey geldi: “Şu Arjantin’e gittiğinde bizimkilerle bir konuşsana, ellerinde ‘Mücadeleci Sendikal Birlik’ ile ilgili doküman falan varsa edinelim. Burada ihtiyacımız olur.” “Aklımda abi,” dedim. Enternasyonalimizin Arjantin seksiyonu Izquierda Socialista (IS-Sosyalist Sol) 2011 yılından bu yana bir seçim ittifakı olan İşçilerin ve Solun Cephesi’nin içerisindeydi. Zaten cephenin kurucu üç partisinden bir tanesiydi. Ama ana hedefimiz cepheyi bir seçim ittifakı olmaktan bir adım öteye taşıyarak, sınıf mücadelesine ve kitle hareketine müdahale edebilecek bir odak haline de getirmekti. “Mücadeleci Sendikal Birlik” de bu amaca hizmet etmesi adına bizim çağrımızla oluşturulmuş bir platformdu. Sendikal bürokrasiye karşı işçi demokrasisi temelli taban örgütlenmelerini, işyeri komitelerini ve mücadeleci sendikal eğilimleri politik bir hat etrafında bir araya getirmekti hedefi.

Bu deneyim bizim için iki açıdan önemliydi. Ve bunu konuşmaya başladık sigaralarımızı yakarken. Partimizin inşa sürecinde, özellikle Manisa’da sendikal alanda bir yandan sendikal bürokrasiyle sorunlar yaşarken öte yandan da işyeri komitesi örgütlenmeleri üzerinden bir deneyimi ilerletmeye çalışıyorduk. Bu mücadelelerin önemli bir yerinde duran İlhan yoldaş da 2022 yazında gerçekleştirdiğimiz son parti konferansımızda sendikalara dönük tutumumuzu derinleştirmek için bir parti içi tartışmanın örgütlenmesini önermişti. Muhittin de Manisa ve İzmir’deki bu örgütlenmelerin merkezinde yer aldığından böylesi bir tartışmanın gerçekleştirilmesinin öneminin farkındaydı. Ama tabii önden yapılacak ciddi bir hazırlıkla. “Sen şu ASİS deneyimini eğitim broşürü haline getirsene abi,” dedim. Muhittin 1980 darbesi öncesinde Ağaç Sanayii İşçileri Sendikası’nın (ASİS) Genel Başkan Yardımcısı idi. Ve burada işçi demokrasisine dayanan bir sendikal anlayış adına önemli bir mücadele birikimi edinmişti.

“Önce şu toplumsal hareket sendikacılığının eleştirisi ile ilgili başladığım metni bitireyim de bir bakarız,” dedi. Bu da önümüzdeki önemli tartışma maddelerinden biriydi sendikal alanda. Tartışmanın özeti, sınıf mücadelesi bir mevzi kazanma ve biriktirme alanı mıydı yoksa herhangi bir toplumsal hareket gibi ele alınıp “hareketçi” bir kavrayışla müdahale alanı mı? “Ben İlhan ile konuşurum, yaz kampı olmaz ama daha sonrası için böyle bir tartışmayı önümüze koyabiliriz hazırlıkları da tamamlarsak,” dedi.

Baktım daha oturuyoruz, bir soda içeyim dedim. Muhittin’e de “Su ister misin?” diye sordum. Herhalde ikimizin de boş olduğu bir günde en az on defa sorardım bu soruyu. Pek su içmezdi. Ama düzenli gittiği doktoru daha fazla içmesini önermişti. Eskiden on defada bir olan olumlu cevap oranım onda ikiye yükselmişti doktor tavsiyesinden sonra. Bu da o anlardan biriydi. Bir su, bir de soda alıp masaya döndüm.

“Siz TİP (Türkiye İşçi Partisi) ile son görüşmenizde de sendikalar meselesini konuşmuştunuz değil mi? Ondan da önemli şu ‘Mücadeleci Sendikal Birlik’” dedi. Keza son Merkez Komite toplantımızda da bu meseleyi ele almıştık. Muhittin heyecanlı bir şekilde, “Mücadeleci bir sendikal program yazmalı ve tartışmaya açmalı TİP ve emek hareketiyle,” demişti. Şimdi de “Sedat ve Kaan’dan böyle bir program üzerine çalışmalarını isteyebilir miyiz?” diye soruyordu bana. Benim Arjantin’den getireceğim dokümanları seve seve onların çalışması için çevireceğini söyleyerek.

Farkında olmaksızın son kahvaltımızı yapmıştık…

Yalnızca şu yarım günü aşmayan son görüşmemiz dahi Muhittin’i, onun devrimci karakterini, onun inşacılığını, onun mirasını, onun yaşam sevincini… Ve daha nicesini özetler nitelikte.

Her şeyin ötesinde Muhittin, devrimciliği bir “iş” olarak görmeyen, hayatını devrimciliğe göre şekillendirmiş yılmaz bir duvar ustasıydı.

Muhittin önder karakterliydi. Sadece bir akımın kurucusu olduğu için değil. O akımın varlığının kendisini aştığını bildiği için. Bu nedenle yoldaşlarını teşvik etmeye çalışırdı.

Muhittin sınıfa yukarıdan bakan bir aydın değildi. Sınıfın içerisinde, sınıfla birlikte çalışan bir sınıf devrimcisiydi.

Muhittin azılı bir enternasyonalistti. Enternasyonalin bir dayanışmadan ibaret olmadığını, devrimci bir dünya partisinin inşasını zorunlu kıldığını içselleştirmişti.

Muhittin hata yapardı. Israrcı bir insandı. Ama politik karakteri onu yanlışlarını kişiselleştirmekten kurtarırdı.

Muhittin dosttu, yoldaştı…

Ve yarım kalan işlerden huzursuz olurdu.

Ancak ardında, bıraktığı mirası ileriye taşıyacak, yarım kalanı bütünleyecek, olmayanı var etmeye çalışacak bir yoldaşlık hikâyesi bıraktı.

“Uff, saat 1’e geliyormuş oğlum, amma oturduk. Daha yapılacak işler var. Haydi son bir sigara içip kalkalım,” dedi. Sessizce sigaralarımızı içtik. Hesabı ödedik ve kalktık. Kuzguncuk sahil ile aramızdaki mesafe 250 metre var yok. Sahile kadar eşlik ettim. O karşıya geçip otobüse binecek ve Üsküdar’a geçecek. Ben ise eve çıkıp bilgisayar başına oturacağım.

Işıklara geldik. “Haydi sen karşıya geçme,” dedi. Uzun süre ayrı kalmayacaksak sarılıp öpüşmezdik. Ağustos başına kadar eve uğramayacaktı. “Eve iyi bak, Cemre’ye selam söyle, bir ihtiyacın olursa haber et, haydi ağustosta görüşürüz,” dedi.

Sarılıp öpüştük. Ve ayrıldık.

Yaşamına, mücadelesine, mirasına saygı duymak borcuyla…

Sosyalizme dek daima Muhittin!

Yorumlar kapalıdır.