Kaynaklar neye ve kime gidiyor?

Ekonomik yıkımın her alanda kendini gösterdiği, yoksulluğun kitleselleştiği ve antidemokratik saldırıların tüm hızıyla devam ettiği bir dönemdeyiz. Gerçek enflasyonun çok altında kalan asgari ücret zammı elimize geçmeden eridi bile. Aylardır umut verip oyaladıkları milyonlarca emekli için belirledikleri en düşük maaş, asgari ücret seviyesine dahi gelemedi. İktidar, zam oranlarını emekçilere, emeklilere bir umut gibi sunadursun; hayaller her defasında açlık ve yoksulluk sınırına takılıyor, iktidarın ekonomi politikalarının sonuçları emekçilerin hayatına karabasan gibi çöküyor. Üstelik önümüzdeki yerel seçimlerin hatırına(!) acı reçeteyi emekçilerin önüne henüz açıkça koyamadıklarını biliyoruz…

Öte yandan, sorun sadece alım gücünün düşmesi değil; bu durum devletin sağlık, eğitim, konut gibi piyasa esaslı en temel politikalarıyla da birleşince yoksulluğun yanı sıra muazzam bir yoksunluk sorunu da açığa çıkıyor. Vergi yükü giderek daha fazla omuzlarımıza yüklenirken, vergilerimiz karşılığında sağlanması gereken hizmetler nitelik ve nicelik olarak azalıyor, ulaşılabilir olmaktan uzaklaşıyor. İnsanca yaşamın en temel gereklerinden bile yoksun bırakılıyoruz. Üstelik bunu yeterli kaynak olmadığı için değil, kaynaklar emekçiler yararına kullanılmadığı için yaşıyoruz.

Geçtiğimiz yıl ülke tarihinin en büyük bütçe açığı verilmiş: 1 trilyon 375 milyar lira. Yani yılın başında ve ek bütçede öngörülen 659 milyar lira açığın iki katı. Üstelik bütçe gelirlerinin en büyük bölümünü oluşturan vergi gelirleri geçen yıl yüzde 91,2 artışla 4 trilyon 500,9 milyar lira olmuşken…

Gelirler giderleri karşılayamıyor. Üstelik rakamlar bu durumun son 20 yılda daha da kötüleştiğine işaret ediyor. Peki ama gelenler nereye gidiyor?

Geçtiğimiz yıla ait bütçe açığı açıklanırken en çok kullanılan gerekçe 6 Şubat depremlerinin yarattığı büyük hasar. Bunun payı elbette yadsınamaz ama aynı şekilde iktidarın bu depremlerin yarattığı kaybın doğrudan sorumlusu olduğu gerçeği de öyle. Mevcut kaynakların bir kısmı daha önceden depreme, afet yönetimlerine harcansaydı zaten mevcut kayıp ve hasar çok daha az olabilirdi. Öte yandan, bir yılın ardından deprem bölgelerindeki mevcut durum göz önüne alındığında insan ister istemez bu payın da nereye ve kime harcandığı sorusunu sormaya devam ediyor.

Ama diğer yandan çok dillendirilmeyen ve sorgulanması gereken kritik giderler var: Mesela iç ve dış borçların sadece faizi için yapılan ödemeler önceki yıla göre yüzde 117 artarak 674,4 milyar lira olmuş durumda… Buna bir de Yap-İşlet-Devret’lere aktarılanları, Kur Korumalı Mevduat ödemelerini ekleyin… Tablo, iktidarın siyasal tercihlerini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Diğer yandan bütçede en sorgulanan gider sermaye transferleri kalemi. Sadece aralık ayında 639,4 milyar liralık yüklü bir aktarım/gider yapılmış gözüküyor. Yılın tümündeki sermaye transferleri toplamı ise 858 milyar lira. Söz konusu transferler “Sınıflandırmaya Girmeyen Diğer Kurum, İşletme ve Hane Halkına Yapılan Transferler” olarak tanımlanıyor. Vergi gelirlerimizle finanse edilen bütçemizden yapılan bu kaynak aktarımlarına ilişkin tatmin edici bilgiler sunulmuyor. 2024 yılı bütçesi için ise gider 12 trilyon 130 milyar lira, gelir 10 trilyon 479 milyar lira olarak belirlenmiş durumda. Önümüz yerel seçimler, seçimlerin ardından iktidarın çok daha sert bir kemer sıkma programını hayata geçirmeye hazırlandığı malum. Bu ise bir kez daha giderlerde daha çok, gelirlerde daha az pay sahibi olmak anlamına gelecek. Emeğin milli gelirden aldığı pay zaten son yıllarda sistematik olarak azalmışken, kaynakların neye ve kime aktarılacağı konusu, şeffaflık ve denetim talebi emek hareketinin öncelikli ortak gündemi olmak zorunda.

Yorumlar kapalıdır.