Milletvekili adayı Görkem Duru: “Bu düzenden kalıcı bir kopuşu yalnızca emekçiler sağlayabilir!”

İDP kendini enternasyonalist bir parti olarak tanımlıyor ve İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in de Türkiye partisi. Sen de uzunca süredir gerek bölgedeki gerekse küresel ölçekte mücadeleleri yakından takip etmeye çalışıyorsun. Dolayısıyla, bunu biraz açabilir misin?

Biz enternasyonalist bir partiyiz. İDP, İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in (İUB-DE) Türkiye kardeş partisidir. İşçi sınıfının uluslararası sömürüsüne dayanan emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadelenin ancak uluslararası ölçekte yürütülmesiyle nihai hedefine ulaşabileceğine inanır.

Tüm dünya işçilerini tek bir sınıf olarak kabul ediyor ve ulusal sınırların aşılarak dünya emekçi halkları arasında kardeşçe bir ortak mücadele birliğinin gelişmesi için uğraş veriyoruz. Aynı sosyalist ve devrimci ilkeleri paylaşan diğer ulusal parti ve akımlarla, dünya işçi sınıfının sosyalist devrim partisi olan Enternasyonal’in inşası için mücadele ediyoruz.

Bu bağlamda ben de dünya partimizin, 2015 yılından beri Uluslararası Yürütme Kurulu’nda bulunuyorum. Bu çalışmalar için 2015 ve 2017 yılları arasında Tunus’ta yaşadım. Tunus Devrimi’nin ardından, bu ülkede sendikaların ve işçi partilerinin kurulmasına yardımcı olmak üzere çaba gösterdim. Ayrıca Ortadoğu, Kuzey Afrika, Arjantin, Brezilya ve İspanya Devleti’ndeki sınıf mücadelelerine dahil oldum.

Bu eksende Türkiye’de de mücadelemizi sürdürüyoruz. Şimdi de, 14 Mayıs seçimlerinde aday olurken Tek Adam rejiminden ve kapitalizmden kopuş için, barajsız seçimler yoluyla oluşacak Bağımsız ve Egemen bir Kurucu Meclis uğruna mücadele etmeyi savunuyoruz.

Kurucu Meclis’in 14 Mayıs’ta seçilecek meclisten farkı nedir? Neden bu talebi öne çıkarıyorsunuz?

Karşımızda AKP-MHP ittifakının inşa ettiği bir Tek Adam rejimi var. Bu rejim baskıcı ve emek düşmanı uygulamaları hiç olmadığı kadar derinleştirdi. Emekçi kitleleri, eşi benzeri görülmedik bir sefalete sürükledi. Dahası, 6 Şubat depremlerinde on binlerce canımızı yitirdiğimiz, milyonlarca emekçiyi evsiz bırakan ağır yıkımın da sorumlusu oldu.

Cumhur İttifakı’nın seçimlerde alacağı yenilgi bu nedenle büyük bir önem taşıyor. Bununla birlikte, Tek Adam rejiminin bıraktığı tahribat kısmi çözümlerin ötesinde adımları zorunlu kılıyor. Bugün Millet İttifakı’nda cisimleşen düzen muhalefetinin programı ise, mevcut baskı ve sömürü düzenini onarmaktan, restore etmekten daha fazlasını sunmuyor.

Biz ise burjuva partilerin sunduğu kırıntılara razı olmayalım, bu rejimden köklü ve kalıcı bir çıkışı örgütleyelim, diyoruz. Bunun için ilk adım olarak Tek Adam rejiminin ucube anayasasının derhal yırtılıp atılması gerekiyor. Yeni bir anayasanın demokratik bir şekilde hazırlanmasıysa ancak bir Kurucu Meclis’le mümkün olabilir. 14 Mayıs seçimleri, mevcut Tek Adam rejiminin antidemokratik düzeni altında gerçekleşiyor. Biz ise, barajsız ve eşit propaganda hakkına dayanan seçimler yoluyla emekçilerin, kadınların, Kürtlerin ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin dahil olacağı bir Kurucu Meclis’in toplanması çağrısında bulunuyoruz.

Kurucu Meclis çağrımız aslında emekçilere, ezilen kitlelere demokratik ve sosyal hakları için seferber olma çağrısıdır.

Düzen muhalefeti, Erdoğan’ın seçim yenilgisiyle Tek Adam rejiminin sonlanmasını aynı şeymiş gibi sunuyor. Biz ise, rejim ve anayasa sorununu açıklıkla ortaya koyuyoruz. Gerçekçi olalım, bu düzenden kalıcı bir kopuşu yalnızca emekçiler sağlayabilir. Dolayısıyla, Kurucu Meclis çağrımız aslında emekçilere, ezilen kitlelere demokratik ve sosyal hakları için seferber olma çağrısıdır. Emekçiler siyaset sahnesine çıkmalıdır. Kurucu Meclis doğrultusunda bir seferberlik, bu yönde büyük bir adım olacaktır. Emekçilerin ve ezilenlerin nihai kurtuluşu ise ancak emekçilerin yönetmesiyle, bir işçi-emekçi hükümeti altında mümkün olabilir.

Seçim kampanyanızın ana sloganı “Emekçiler Yönetmeli”. Emekçilerin yönetebilmesi için de bir emek ittifakının gerekli olduğunu vurguluyorsunuz. Bu ittifakın soldaki mevcut ittifaklardan farkı nedir?

Öncelikle, şu anda ağır bir ekonomik krizin içinden geçtiğimizin hepimiz farkındayız. Bu krizden çıkış, ancak emekten yana radikal çözümlerle mümkün olabilir. Bu ise, patronlar ve onların hükümetleri ile emekçi sınıflar arasındaki politik mücadeleye bağlı. Dolayısıyla, burjuva partilerden bağımsız bir emek ittifakına bugün her zaman fazla ihtiyacımız var.

Bugün solda, Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği bulunuyor. Soldaki birlik girişimlerini hiç şüphesiz olumlu buluyoruz. Ne var ki, iki ittifak da kurulduğundan beri seçim işbirliğinin ötesine geçen bir içerik kazanamadı. Bizim önerimiz ise sandık ve sokak siyasetini birleştiren bir ittifakın hayat bulması. Bunun için tüm emek örgütlerini emekçilerin ve ezilen kitlelerin acil ekonomik ve demokratik talepleri çerçevesinde seferber etmeye dönük bir eylem planı oluşturulması gerekiyor. Bu eylem planının mantığı kitlelerin hakları için harekete geçmesi, seferber olması üzerine kurulmalı. Eğer bunu yapabilirsek, Türkiye’de iki burjuva kutba hapsedilmeye çalışılan siyasi tabloyu hızla değiştirebiliriz. Aygıtların değil sınıfın çıkarlarını öncelediğimizde bu yönde hızla ilerleyebiliriz.

Bu emek ittifakı anlayışımız çerçevesinde seçimlere TİP listelerinden katılıyoruz. Hiç şüphesiz, TİP’le programatik temelde pek çok farklılığımız bulunuyor. Bununla birlikte, TİP’in listelerini diğer sosyalist kesimlere, mücadeleci kesimlere açmasını oldukça olumlu bir gelişme olarak görüyoruz. TİP’ten dostlarımızla sınıf mücadelesinin çeşitli alanlarında, depremzedelerle dayanışma kampanyalarında geliştirdiğimiz eylem birliğini bu çalışmayla bir adım daha ilerletiyoruz. Hedefimiz, bütün bu çalışmaların gerek seçim sürecinde gerekse de sonrasında baskıcı Tek Adam rejiminden ve kapitalist sömürü düzeninden köklü bir kopuşu hedefleyen bir emek ittifakının inşasına katkı sağlaması.

Zamlarla, gerçek ücretlerimizdeki düşüşle, işsizlikle, sosyal haklarımızdaki kısıtlamalarla bu borcun bize ödetilmesini reddetmek zorundayız.

Seçim kampanyasında öne çıkardığınız bir diğer talep dış borç ödemelerinin durdurulması. Bu talebin arkasında yatan mantığı açıklar mısın?

Biz emekçi ve ezilen kitlelere, uğruna mücadeleye atılacakları talepler ve bir siyasi program öneriyoruz. Bu talepler ve program, emekçilerin acil ihtiyaçlarından ve bilinç durumundan yola çıkıyor. Taleplerimizin çıkış noktası, bugünkü siyasi güçler dengesi içerisinde gerçekleştirilebilir olup olmaması değil. Emekçilerin acil talepleri doğrultusunda seferber olmasıyla tam da mevcut siyasi güçler dengelerini değiştirmek yönünde adım atması.

İçinde bulunduğumuz ağır ekonomik ve sosyal yıkım altında öne çıkardığımız iki talep var. Birincisi, ücretlerin insanca yaşayacak bir seviyeye çekilmesi. İkincisiyse, ücretler düşürülmeksizin çalışma saatlerinin kısaltılmasıyla işsizliğe kalıcı bir çözüm bulunması. Bu aynı zamanda, işçilerin daha az çalışmak zorunda kalmasıyla yaşam koşullarının derhal iyileştirilmesi anlamına geliyor.

Bizler bu talepleri dile getirdiğimizde patronlar ve onların kalemşorları, bu taleplerin gerçekleştirilebilir olmadığını, bunun için yeterli kaynak olmadığını söyleyerek itiraz ediyorlar. Biz ise, emekçilerin bu acil talepleri için kaynak var, diyoruz. Yerli ve çokuluslu sermayeye giden kaynaklar emekçilere aktarılırsa bu taleplerimizin karşılanması tamamen mümkündür.

Dış borçlar meselesini bu bağlamda gündeme getiriyoruz. Erdoğan yönetiminin tüm sahte “yerli ve milli” söylemlerinin arkasında yalın bir gerçek duruyor: Ülke ekonomisi bugün hiç olmadığı kadar emperyalizme bağımlı ve ancak dışardan gelecek borçlarla ve yatırımlarla ayakta duruyor. Aynı şekilde, faizle mücadele ediyoruz dedikleri dönemde, emekçilerden toplanan vergilerle, hiç olmadığı kadar yüksek miktarda faiz ödemesi yapılıyor.

Türkiye’nin toplam dış borcu 460 milyar dolara dayandı. Bu borcun üçte ikisi özel sektöre, geri kalan kısmı ise devlete ait. Bu borçların alınmasında da kullanılmasında da biz işçi ve emekçilerin hiçbir iradesi ve söz hakkı olmadı. Ne kadar borçlanılacağı, bu paraların hangi işlere harcanacağı, elde edilen kârların nerelere gideceği ne bize soruldu ne de anlatıldı. Dahası, borçlanılan bu paraların önemli bir kısmının çürük betona gömüldüğünü hepimiz biliyoruz. 6 Şubat depremleri bu korkunç tablonun yalnızca küçük bir parçasını gözler önüne serdi.

İşte bu yüzden zamlarla, gerçek ücretlerimizdeki düşüşle, işsizlikle, sosyal haklarımızdaki kısıtlamalarla bu borcun bize ödetilmesini reddetmek zorundayız. Ne sorumlusu ne de faydalananı olduğumuz borç nedeniyle, ülkenin kaynaklarının bu mekanizmayla yağmalanmasını durdurmanın zamanı çoktan geldi. Bunu gerçekleştirerek temin edilecek kaynaklar, emekçi halkın insanca yaşayabileceği koşulların sağlanması için kullanılacaktır.

***

Editörün önerileri:

Yorumlar kapalıdır.