“Yeni Anayasa” tartışmaları üzerine: Bize gereken sözde değil özde temizlik!

Bu satırların yayımlandığı günlerde bir kez daha “yeni bir anayasa önergesi” meclis gündemine gelmiş olacak. Tüm kamuoyu nezdinde artık bıktırıcı bir tartışma konusuna dönüşen Anayasa tartışmalarının, sol liberal kesimlerde yarattığı yanılsamalar temelde, 12 Eylül Anayasası tümden değiştirilemeyecekse bile, bir dizi kritik iyileştirmenin ve reformun ön görülmesi umut vericidir şeklinde özetlenebilir.

Öncelikle şunun altını çizmekte yarar var; geçtiğimiz günlerde meclis gündemine oturan anayasal değişiklik çabaları, yedi yıl boyunca mecliste mutlak çoğunluğa sahip AKP’nin gerçekte bir askeri darbe anayasası olan mevcut metne yönelik üçüncü “düzeltme” girişimi.

Hükümet olarak işbaşına geldiği günden bu yana AKP’nin, en önemli politik vurgularından biri olan demokratik dönüşüm ve “yeni anayasa” konularında yaşanan hayal kırıklığını basit bir zaaf ya da gecikme olarak nitelememek, meclisteki dengelerle gerekçelendirmemek gerekiyor.

Zira, sorunun ipuçları, AKP’nin karakterinde yatıyor. AKP iktidarları, Özal’ın ölümünden sonra burjuvazinin neredeyse gelenekselleşmeye yüz tutan önderlik krizine ciddi bir alternatif sundu. Belirli bir dönem olumlu ekonomik koşulların da etkisiyle tabanını genişletti. Ekonomik gelişme, sosyal iyileştirmeler, palazlanan ulusal burjuvazinin çevresinde kümelenen emek pazarı, görece olumlu tüketim koşulları vs kitlelerde AKP’nin bu istikrarı sağlayabilen tek parti olduğu inancını pekiştirdi.

Kuşkusuz, yakın dönemdeki e-muhtıra girişimlerinin ve Ergenekon sürecinin ortaya koyduğu gibi, burjuvazinin fraksiyonları arasındaki çatışma rejim sorununu defalarca gündeme getirmiştir ve bu gerilimin sürdürülemez hale geldiği de bir gerçektir, zira tüm bu sektörlerin çıkarı Bonapartist rejimin devamlılığında yatmaktadır. Bugün bu rejimi devrimci bir dönüşüme uğratabilecek, bunu talep edecek hiçbir burjuva kesimden söz etmek mümkün değil.

Eski ağza yeni taam!

Bu profil bize aynı zamanda, AKP’nin “yeni anayasa girişiminin” sınırlarını göstermektedir. Bir askeri darbe anayasası olan ve önceki hükümetler tarafından tam 16 kez değişikliğe uğrayarak 83 maddesi “yenilenen” 1982 Anayasası, neredeyse bir dokunulmazlık zırhına bürünmüş durumdadır. Rejim üzerinde denetim mücadelesine giren tüm burjuva sektörlerin ortak paydası, o anayasada vücut bulan Bonapartist ruhta somutlanmaktadır.

Nitekim, AKP’nin yeni anayasa taslağı mevcut olanı özenle korumaya yoğunlaşmış bir çabanın bıktırıcı ve yeni bir örneği. İşçi sınıfına sendikal özgürlüklerin önünü açmaya yanaşmayan, bütün ağız oyunlarına karşın kamu çalışanlarına grev olanağı sunmayan, 4C kölelik düzenine anayasal meşruiyet kazandıran, Kürt ve sol partiler üzerinde kapatma tehdidini ortadan kaldırmayan bu “yeni anayasa girişimi” özünde ’82 Bonapartist Anayasası’nı meşrulaştırma ve kalıcılaştırma aracından başka bir anlam taşımamakta. Darbecilerle anayasal ve hukuki zeminde hesaplaşılmayacağı ise çoktan anlaşılmış durumda.

Türkiye’de sözde değil özde bir demokratik dönüşümün yolu, varoluşunu askeri bir darbe anayasasından alan asker-polis rejiminin son bulmasından, Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkının tanınmasından, toprak devriminin gerçekleştirilmesinden ve emperyalizmden kopulmasından geçmektedir.

Oysa Türkiye’de burjuvazi tüm kanatlarıyla birlikte, bu dönüşümün ne programına, ne de önderlik kapasitesine ve isteğine sahip. Burjuvazi, kendi gelişimini engelleyen bir dizi köklü engeli törpülemek istemekle birlikte emekçi kitleler karşısında duyduğu korku, onu baskı rejimini korumaya ve yeri geldikçe kullanmaya itmekte, emekçi halk yığınları üzerinde doğabilecek denetim boşluklarını muhafazakâr liberal ideolojinin uyuşturucu etkisiyle denetim altına almak cazip bir politikaya dönüşmektedir.

AKP yeni anayasa tartışmasında da temkinli yürüme, ordu ile doğrudan karşı karşıya gelmemeye çalışma, tedricen dönüştürme stratejisini sürdürecektir. Reforme edilmiş yeni anayasa girişimleri ise esas olarak 12 Eylül ruhunun ve Bonapartizm’in cilalanarak yeniden meşrulaştırılmasından başka bir anlam taşımayacaktır.

1 Nisan 2010 günü Ankara Sakarya’da basın açıklaması yapmak isteyen ve yeni eylem planını açıklayacaklarını bildiren TEKEL işçilerine ve onlarla dayanışma eylemi yapan sendika, parti ve diğer sol gruplara yönelik polis şiddeti AKP iktidarının nasıl bir “Demokratik Dönüşüm” öngördüğünü göstermesi bakımından tarihsel bir öneme sahiptir.

Yazan: Murat Yakın, 4 Nisan 2010

Yorumlar kapalıdır.