Sınıfın birliği, reel politika alanını aşmak zorunda
Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük siyasi krizi ile karşı karşıyayız. 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’nun akabinde, iktidar bloku parçalanmış, devletin tüm kurumları çökmüş; rejim, gücünü kaybetmiş; sistem, politik ve ekonomik dengesini yitirmiş durumda…
Böylesi bir politik kriz sonucunda, süreçten bizzat sorumlu olan hükümetin iktidardan olması kaçınılmaz olacak. Ancak unutmamakta fayda var: bu kaçınılmazlık, hükümetin yalnızca geniş kitleler gözünde meşruluğunu yitirmesinden değil, aynı zamanda sermaye bloku için güvenilirliğini kaybetmesinden kaynaklanıyor. Ve bu nedenle, en az emekçi kesimler kadar önemsiyor sermaye bloku bu süreci ve hem ekonomik hem politik olarak gücün yeniden dağılımını kendi lehine belirlemek için elinden geleni yapacak.
Başka bir ifadeyle; AKP karşısında sürecin iki belirleyeni olacak. Kriz, ya burjuva politik sistemin yeniden tesis edilmesi ve istikrara kavuşması ile son bulacak ya da işçi sınıfından ve ezilenlerden yana bir siyasi alternatifin güçlenmesi yönünde tetikleyici olacak.
Faydacı ve ehven-i şer tutumlar
Bugün maalesef, var olan koşulların olgunluğuna rağmen, sosyalistlerin bu alternatifi ortaya koymaktan oldukça uzak olduğu tespitini yapmak durumundayız. Yerel seçimler ile birlikte açığa çıkan politik tutum ve tercihleri “faydacı” ve “reel” politika alanına hapsetmeden; bir de bu noktadan -bağımsız sınıf programının ve bu program etrafında örülecek bir işçi-emekçi ittifakının inşası- etrafında değerlendirmek seçim sonrası süreç için oldukça gerekli.
Çünkü açık ki, Gezi İsyanı ve 17 Aralık Operasyonları ile derinleşen politik kriz bu açıdan doğru değerlendirilemedi… Biri İDP Girişimi tarafından gerçekleştirilen az sayıda işçi-emekçi ittifakı çağrısı ise taraflarını çoktan belirlemiş ya da AKP’nin yenilgisini tek siyasi hedef olarak benimsemiş sosyalist çevrelerde rağbet görmedi. Sonuç olarak, Sol ve sosyalist güçlerin bir kesiminin, “gerçekçi” siyaset adına, “AKP gitsin de kim gelirse gelsin” üzerinden CHP yönünde tutum belirlediği (hatta daha kötüsü gizlediği) bir edilgenlik; bir kesiminin ise HDP çatısı altında sınıf eksenini tali kıldığı bir uyarlanma ile seçim sürecine girmiş bulunuyoruz.
Ehven-i şer politik tercih ve işbirlikleri ile bir kez daha, burjuvaziden bağımsız bir siyasi alternatifin yaratılması gerekliliği öteleniyor ya da daha kötüsü küçümseniyor.
HDP bir alternatif mi?
Diğer yandan, sosyalistlerin büyük bir kısmı HDP’nin bir alternatif olduğu iddiasını taşıyor ve bu yanılsamanın siyasetini yaygınlaştırıyor.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz: HDP üzerinden tartışma konusu bizim için Kürt siyasal hareketine yakın durmak ya da durmamak; desteklemek ya da desteklememek meselesi değildir. Kendi kaderini tayin hakkını savunan devrimciler için bu sorunun cevabı her koşulda açıktır. Ancak asıl soru bugün HDP’nin neyi temsil ettiği; temsil ettiği projenin ve programının niteliğidir…
Kürt siyasal hareketini ve Türkiye sosyalist hareketinin büyük çoğunluğunu kapsayan HDP, barış ve demokrasinin temini için temel siyasi hedefi Demokratik Konfederalizm olan bir Türkiye projesini temsil etmektedir. Her bileşeninin HDP’yi tarifi değişkenlik gösterse de; bu projeye dahil olanların savları, Türkiye’nin bir demokratikleşme sürecine ihtiyacı olduğu ve bunun yolunun HDP’den geçtiği noktasında kesişmektedir. Bu amaçla, farklı toplumsal temelli farklı programların bir arada bulunduğu bir “geniş parti”, bir sınıf partisine çeşitli gerekçelerle tercih edilmektedir. İtirazımız kimsenin tercihine ya da işbirliklerine yönelik değildir; ancak demokrasi sorununun ve demokratikleşme mücadelesinin bu şekilde sınıfsız bir temelde ele alınmasına karşı çıkıyoruz. Bunun, niyetlerden bağımsız olarak, kitlelerin bağımsız sınıf politikasını inşası yolunda ciddi bir yanılsamayı beslediğini görüyor ve Avrupa ve Latin Amerika düzeyinde benzer örnekleri ile karşılaştığımız bu anlayışın sınıf birliğinin yaratılması noktasında zarar vereceğini öngörüyoruz.
Özetle, HDP bazı ileri yönlerine rağmen, bir siyasi proje olarak bugün işçi-emekçi kitlelere çözüm sunacak bir programa ve parti anlayışına sahip değildir. Sosyalistler ile Kürt siyasal hareketi arasındaki bir ittifak böylesi bir reformist temelde, üstelik bir “parti” çatısı altında şekillendiği noktada ne Kürt siyasal hareketi için ne sınıf mücadelesi için ne de Kürt-Türk işçi ve emekçilerin birliği yolunda yarar sağlamayacak, tersine sürecin sermaye bloku tarafından yeniden tesisi yönündeki eğilimi güçlendirecektir.
Sınıfın birliği
Bu eleştirilerimiz, işçi ve emekçi yığınların bugün içinde bulunduğu alternatifsizliğin tarifini yapabilmek niyetini taşıyor ve aynı zamanda bu eleştirilerden hareketle seçim sonrasını sınıfın birliği yolundaki bu boşluğu doldurabilmek için yeni bir fırsat olarak değerlendirebilmeyi hedefliyor.
Çünkü bizler, tek çözümün işçilerin, emekçilerin sınıf birliği ve mücadelesini örmek olduğunu biliyoruz. Aksi, kitlelerden tecrit olmak anlamını taşıyacaktır. Oysa, Solun toplumsal tabanını ve referanslarını büyük oranda kaybettiği bir dönemde; Gezi Süreci ile başlayan ve ardından 17 Aralık Operasyonu ile derinleşen politik kriz, sosyalistler için bir kez daha kitlelere ulaşmanın yolunu sunuyor. İçinden geçtiğimiz tarihsel dönemin tarihsel sorumluluğunun farkında olmak ve buna uygun politikalar belirlemek zorundayız.
Elbette AKP’nin belediyelerden uzaklaştırılmasını önemsiyor ve oy kaybının rejimin otoriterleştirilmesi çabalarına darbe indireceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, en önemli demokratik ve ekonomik taleplerin en azından bazılarını savunan işçi ve emekçi adayları olan, kendini ilerici ya da sosyalist olarak tanımlayan adaylara oy verilmesi çağrısında bulunuyoruz. Ancak aşikar olan bugün bu program ve adayları konusunda oldukça yeteriz ve güçsüz kalındığıdır. Ancak elbette bu süreç yerel seçimlerle bitmeyecek… Belirleyici olan ise işçi birliği perspektifinin ne kadar öncelikli kılındığı ve talepler uğruna mücadelenin sürekliliğin ne ölçüde sağlanabildiği olacak…
Yorumlar kapalıdır.