Saray’ın salgınla sınavı

Pandemi süreci; halk sağlığından ekonomi yönetimine ve demokratik haklara dek büyük bir sınıfsal yarılma yaratarak kitlelerin sorunlarını ve bu sorunlar karşısında iktidarların niyet ve tercihlerini çok net bir biçimde ortaya koydu. Yani bu süreçte sadece sorunlar ve eksiklikler değil; niyetler de açığa çıktı. Ortaya çıkan tablonun doğrudan sorumlularının insan hayatına değil, sermaye sınıfına hizmet eden iktidarlar olduğu, milyarlarca insanın bu iktidarların bilinçli tercihleri ve izledikleri politikalar sonucunda hayatını kaybettiği; açlığa ve yoksulluğa mahkûm edildiği artık yalnızca bunun üzerine kafa yoranların değil, milyonlarca insanın gerçeği ve malumu.

Salgın sürecinde Saray’ın tercihlerinin bilançosu ise oldukça ağır. Her gün yüzlerce kişi salgın nedeniyle hayatını kaybederken, yaşamak için en temel gelirlerinden olan milyonlarca insan sonu belirsiz bir sefaletin derinliklerine itilmiş durumda. Lebalep kongrelerin, cenazelerin sorumlusu kitlelermiş gibi şimdi de herhangi bir ekonomik, sosyal destek sunulmaksızın ve gecikmiş bir biçimde ilan edilen “tam kapanma” ile kitleler açıkça açlığa, yoksulluğa ve ölüme terk ediliyor. Ki bu sözde tam kapanmada bulaşın asıl kaynağı olan fabrikalar kapanmayacak, çarklar dönmeye devam edecek; inşaat, imalat veya havacılık gibi zorunlu olmayan sektörler çalışacak. Bir yılı aşkın zaman geçmesine rağmen yaygın aşılamayı sağlayamayan, sağlık çalışanlarının tükenmesine yol açan, bunun yanında binlerce kapalı işletmeye, işini kaybeden kesimlere hiçbir destek sunmayan (vatandaşına sağladığı ekonomik destek konusunda dünyanın sondan üçüncüsü durumunda) iktidar salgından başarı hikâyesi çıkarmaya çalışıyor!

Ne var ki bu tablo karşısında Saray yönetimi inandırıcılıktan oldukça uzak; ne sermaye sınıflarına ne de onu destekleyen tabanına eskisi gibi güven telkin edebiliyor. Tam da bu nedenle uzunca bir süredir kendisine yapılan tüm eleştirileri, çıkan tüm çatlak sesleri ve muhalefet eden herkesi olabildiğince baskıcı yöntemler ve antidemokratik uygulamalarla zapturapt altına almaya çalışıyor. Uzunca bir süredir tespit ettiğimiz gibi çözüm üretemeyen iktidar, zayıflayan hegemonyasını sopa ile tesis etmeye çalışıyor.

Salgın bu açıdan bir fırsat tabii; ekonomi yönetimine, faiz ve enflasyona, Merkez Bankası işleyişine ilişkin politikaların faturası -başta 128 milyar dolar olmak üzere- emekçi halkın hanesine yazılıyor. Havalimanı kiralarının iptal edilmesi, enerji şirketlerine 3 milyar TL’lik para yardımı yapılması, İkizdere gibi doğal alanların beşli çeteye peşkeş çekilmesi, belediyelerde yapılan insan ticareti tam da salgını fırsata dönüştüren bilinçli tercih ve kötülüğün somutlaşmış halleri.

Bunun karşısında “128 milyar dolar nerede” pankartları polisiye önlemlerle yasaklanıyor, Halk Ekmek büfelerinin kapatılması için amansız bir mücadele veriliyor, seçilmiş milletvekilleri hukuka aykırı gerekçelerle hapse atılmaya devam ediliyor, salgın bahane edilerek 1 Mayıs engellendiği gibi, onun etrafında yapılacak afiş, sticker asma, basın açıklaması yapma gibi en temel demokratik haklar oldubittiye getiriliyor. Nitekim işçi ve emekçilerin bir araya gelmesine dönük öfke ve tahammülsüzlüğün boyutları 1 yıl içerisinde Kod-29 ile işten atılan işçilerin sayısına bakılarak anlaşılabilir. Pandemi nedeniyle işten çıkarmanın yasak olduğu 2020’de 177 bin işçi “Kod-29” maddesi kullanılarak işten atıldı, yani örgütlenmeye, sendikalaşmaya, mücadele etmeye çalışan işçiler yüz kızartıcı suç ile yaftalanarak çalışma hakları ellerinden alındı, açlık ile cezalandırıldı.

Bütün bu tablo karşısında, bugün içinde bulunduğumuz durumun iktidarın dış politikadan ekonomiye, sistemin genel işleyişinden salgın yönetimine bilerek ve isteyerek yapıp ettiklerinin, “benden başka herkese yasak” keyfiliğinin sonuçlarını yaşadığımızı söylemek mümkün. İktidar buna itiraz eden herkesi açlıkla, sefaletle, yaşayan ölülükle terbiye etmeye çalıştığı bir politika izlemeye çalıştı. Ancak ne var ki bu keyfiliğin, beceriksizliğin, başka bir deyişle tercihlerin geniş kitleler nezdinde açığa çıktığının, işlemediğinin, korkutamadığının emarelerini görüyoruz. İkizdere’de toprağına sahip çıkan köylüler, Kod-29 ile atılıp işine ve sendikalaşma hakkına sahip çıkan işçiler, İstanbul Sözleşmesi ile yaşam haklarını savunan kadınlar, LGBTİ+lar direnmeye devam ediyor ve edecek… Muhalefet partilerinin basiretsizliği, sendika yönetimlerinin pasifliği, emek örgütlerinin önderliklerinin sessizliğine rağmen yeni mücadeleler ortaya çıkıyor, çıkacak. İçinden geçtiğimiz sürecin ağırlığı ve 1 Mayıs ve sonrasındaki süreç, biz emekçiler için bir fırsat. Artan baskılara ve derinleşen sefalete karşı ortak bir eylem planıyla harekete geçmeli, mücadelemizi büyütmek için dayanışmayı güçlendirmeliyiz.

Yorumlar kapalıdır.