Diyarbakır’dan enerji işçisi: “Nereye kadar izin vereceğiz?”

Merhaba,

Sorunun işyerinde yaşadığım olumsuzlukları dile getirmenin ötesine çoktan ulaştığını düşünüyorum. Galiba gün geçtikçe en büyük mücadele, ümitlerimizi diri tutmaya çalışmak oldu. Mevcut sistem yaşamın her alanına kurduğu baskıyla mücadelemizi sokaklardan, alanlardan iç dünyamıza taşımadı mı? Öyle ki kendimizi sorgular olduk. Açlıkla terbiye edilirken mücadele etmenin kime fayda getireceğini bile kestiremez olduk. Bizi öyle bir noktaya getirdiler ki medyada karşımıza çıkan işçi direnişlerini cips reklamlarıyla aynı duyarlılıkla izledik. Çünkü tüketime ve yıkıma dayalı, sadece bir grup ensesi kalın kibir abidesi azınlık sınıfını mutlu edecek ekonomik modellerle yaşam kaygımızı en üst noktaya çektiler. Arkalarına da polisi, din adamlarını ve bürokratları aldılar. Tuhaf bir şekilde de hepsinin maaşlarını biz işçilere ödetiyorlar. Maaşlarını, insanca maaş alamamamız uğruna uğraşmaları için biz ödüyoruz! Tabii sefalet dışında seçenek sunmayan bu dünya düzeninden farklı bir tablo beklemek pek mümkün değil.

Savaşı ve kaosu yoksulluğumuza gerekçe olarak sunmaktan başka zekâ belirtisi göstermeyen bu sistemde biz işçilerin, emekçilerin tablosu nedir? Geldiğimiz noktada sesimizin daha gür çıkması gerektiğini düşünüyorum. Farkındaysanız grev kırıcılık sermayenin ve zihniyetinin temel politikası için yetersiz kalmış durumda. Bu grev kırıcılığını sadece yerini başkasıyla doldurmakla yapmıyor, bunun yanında patrona biat etmeyi toplumun temel değerleri arasına da yerleştirmeye çalışıyor ve aksini yapanı da en hafif tabiriyle ahlaksız olarak nitelendiriyor. Hayat pahalılığı içerisinde zam yapmaya mecbur kalan insanları fırsatçılıkla suçlarken, iş bulmanın zor olduğu bu süreci fırsata çevirip işçilere her türlü yükü bindirip az ücret verme ahlaksızlığından da geri durmuyor. Bunun daha nereye kadar süreceğiyle ilgili fikrimiz var mı? Seçimlere kadar mı yoksa iktidar değiştikten sonra mı? Bence bu ülkede ne seçim var ne de seçme hakkımız… Sadece şirket sahipleri var. Seçim hakkımız olduğuna bizi inandırarak sömürü süreçlerini uzatıp torunlarımızın bile işgücünü bugünden satın alıyorlar ve onlar biz müsaade ettiğimiz sürece varlıklarını en ağır şekilde her zaman hissettirecekler. Bunu hak etmiyoruz. Bunu Diyarbakır’da da Trabzon’da da Konya’da da hak etmiyoruz. Helin Bölek demişti ya “açlığın dili olmaz, yoksulluğun vatanı” işte tam da bu noktada durarak umarım büyük bir ses haline gelebiliriz. Bizlerin, gider kalemleri arasındaki rakamsal değerimizin patronların çay giderlerinden daha fazlası olmaya hakkımız var. Aylık diye aldığımız rakamların haftalık ihtiyacımızdan az olmadığı ve gelecek kaygısı gütmediğimiz, strese bağlı hastalıklardan tükenmediğimiz bir yaşama da hakkımız var. Tabii öncelikle bunu sadece anlamamız yetmez, idrak etmemiz gerekir. Buna daha nereye kadar izin vereceğiz?

Diyarbakır’dan bir enerji işçisi

Yorumlar kapalıdır.