Saray rejimi: dışarıdan içeriye baskı

Hükümet, süregelen gerilemesini dış politika performansı ile tersine çevirmeye çabalıyor.

Saray, Ukrayna ile Rusya arasında arabulucu pozisyonunu üstlenmeye çalışarak uluslararası alanda ve iç politikada meşruiyet kazanmaya çalıştı. Bir yandan Ukrayna’ya silah satarken diğer yandan da Rusya ile ticareti sürdürdü.

Bu arabuluculuk girişiminin yanı sıra Ortadoğu’da emperyalizmin jandarmalığını yapan işgalci-Siyonist İsrail devletinin cumhurbaşkanı Herzog’u Erdoğan coşku ile ağırladı. Böylece tüm İsrail karşıtı sözlerini bir çırpıda unutuvermenin avantajlarına da sahip oldu. Ziyaretin ardından sınır ötesi operasyonlar hız kazanırken, Erdoğan emperyalizmin bölgesel çıkarları ile hiçbir şekilde çatışma içerisinde olmadığını da vurguladı. Dahası, Cemal Kaşıkçı’nın cinayet dosyasını Suudilere devrederek geçmişte ifade ettiği sözleri yuttu ve bir manevra alanı daha aldı.

Kriz koşullarında helak olan emekçiler adına tek bir adım atma niyetinde olmayan Saray rejimi, dış politikadaki bu gelişmeleri içeriye yönelik yeni baskı olanağı olarak kullanıyor. Seçim yasası, sınır ötesi operasyon ve Gezi Davası’nın sonucu bu baskıların örnekleri. Tahribata rağmen hükümetin, gerilemenin gerçek sebepleri olan ekonomik kriz ve temel demokratik haklardan eğitim ve sağlığa kadar uzanan sosyal mevzularda açığa çıkan sorunların hiçbirini çözme yeteneğine sahip olmadığını da biliyoruz.

Bu sırada Millet İttifakı

Mevcut koşullarda kitlelerin acil ihtiyaçlarını gündemde tutan ve kaynakları emekçiler lehine seferber etmekten yana olan bir muhalefetin iktidara gelmesi işten bile değilken Millet İttifakı (Mİ) hükümetin kendi kendine düşmesini bekliyor.

Mİ bunca kıyametin ortasında belirsiz birkaç demokratikleşme (parlamenter sisteme dönüş) savından başka bir şey sunmuyor. Mantık sınırlarını zorlayacak kadar iyi niyetle yaklaşıp bu kadar baskının ortasında Kılıçdaroğlu’nun elektrik faturasını ödememe eylemi ve Akşener’in Gezi’ye sert bir şekilde sahip çıkması gibi örneklerle Mİ’nin elinden geleni yaptığı söylenebilir mi? Bizce hayır.

Mİ, her şeyden önce Saray rejiminin belirli uygulamalarına karşı çıkmakla kendisini sınırlıyor. Kılıçdaroğlu’nun fatura eylemi yaparken maliyetli enerji yatırımlarına dur diyemiyor. Enerjinin kamulaştırılması mücadelesini vermek istemiyor. Çünkü Kılıçdaroğlu patronları üzmek istemiyor. Patronların çıkarını da gözeterek bir demokratikleşmenin mümkün olmadığını, Türkiye’de halkların hak ettikleri demokratik haklarına kavuşmaları için yegâne garantörün emekçiler olduğunu kabul etmiyor. Bu yüzden de baskıcı rejime karşı demokratikleşmeyi sağlayacak yeni bir anayasanın hazırlanması için kurucu meclis çağrısı yerine, kapalı kapılar ardında patronlara zarar vermeyecek bir anayasayı hazırlamak istiyor. Bunu gören kitleler de son derecede doğal bir biçimde “Muhalefet Erdoğan’dan daha iyisini yapamaz ki” diye eleştiri getirebiliyor.

Akşener ise Gezi’yi savunurken Gezi’de ifade edilen özgürlükleri hatta protesto hakkını dahi anmıyor. Adaletin “Saray’ın nargile kafelerinde çerez” yapıldığını söylerken sert gibi duruyor ancak demokratik hakların tanınması gibi bir derdi olmaktan çok, Gezi Davası’nda hüküm giyen insanlara “yükselişte olan bir bitcoin” muamelesi yaparak emperyalizme yönelik bir yatırımcılık oynuyor.

Hükümet attığı her adımda dertlerimizi derinleştirirken, Millet İttifakı emekçilerden yana olmadığı için demokratikleşme, ekoloji, kadın hakları, LGBTİ+ hakları ve Kürt halkının haklı taleplerinden yana tavır koyamıyor. Bu durum, burjuva düzen partilerinden bağımsız bir emek ittifakının acil olduğu kadar gerçekçi bir zemine de sahip olduğunu göstermiş oluyor.

Yorumlar kapalıdır.