Mısra Öz, Veysel Dönmez ve Deniz Kondil’den açık mektup: Demiryolları işçi denetiminde işletilmeli

Türkiye İşçi Partisi’nin milletvekili adayları kamuoyuna yönelik bir açık mektup yayımlayarak, Türkiye’de demiryollarının işçilerin demokratik denetimi altında işletilmesini talep etti. Mektubun imzacıları arasında Çorlu Tren Katliamı Aileleri’nden Mısra Öz ve İşçi Demokrasisi Partisi üyeleri olarak TİP’ten aday olan sendikalı kargo işçisi Veysel Dönmez ile Yemeksepeti işçisi Deniz Kondil var. Aşağıda okuyucularımızla bu mektubu paylaşıyoruz.

***

Bu açık mektubun imzacıları olan Çorlu ailelerinden Mısra Öz, taşımacılık işçileri ve taşımacılık sendikalarındaki görevliler olarak bizler, Türkiye’deki demiryollarının, işçilerin demokratik denetimi altında işletilmesi gerektiğini söylüyoruz. Demiryollarında işçi denetiminin kurulması, hem ülkenin en önemli ulaşım ve taşıma ağlarından ve araçlarından birisinin emekçi halkın ihtiyaçlarının merkeze alınarak yeniden organize edilmesini getirecek; hem çalışanlardan yolculara dek, herkes için gerekli güvenlik ve sağlık önlemlerinin alınmasını sağlayacak; hem de mevcut rejim tarafından masraf ve maliyet olarak görülmesine rağmen, emekçi halkın yaşamını derinden etkileyen ekolojik yıkıma ve iklim krizine karşı taşımacılık sektöründe sahici ve kalıcı önlemlerin alınmasının önünü açacaktır.

Türkiye işçi sınıfı ve emekçi aileleri, gerekli ve yaşamsal tedbirlerin alınmadığı ve gerekli altyapı hazırlıkları tamamlanmamış olmasına rağmen patron partileri kendi prestijlerini korumak uğruna ölümcül taşımacılık projelerinin reklamını yapmak istediği için, demiryollarında onlarca insanını kaybetti.

22 Temmuz 2004’te İstanbul-Ankara seferini yapan Yakup Kadri Karaosmanoğlu adlı hızlandırılmış tren, Sakarya’nın Pamukova İlçesi yakınlarında Mekece Köyü mevkiinde raydan çıkarak 36 kişinin ölümüne ve 74 kişinin yaralanmasına neden oldu.

11 Ağustos 2004’te İstanbul-Adapazarı seferini yapan Adapazarı Ekspresi ve Ankara – İstanbul seferini yapan Başkent Ekspresi, Kocaeli’nin Gebze ilçesinin Tavşancıl mevkiinde kafa kafaya çarpışarak 8 kişinin ölümüne ve 88 kişinin yaralanmasına neden oldu.

27 Ocak 2008’de İstanbul-Denizli seferini yapan Pamukkale Ekspresi Çöğürler-Değirmenözü (Kütahya) istasyonları arasında seyrederken raydan çıkarak 9 kişinin ölümüne ve 37 kişinin yaralanmasına neden oldu.

8 Temmuz 2018’de ise Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treninin, Çorlu yakınlarından geçerken, yağış nedeniyle 5 vagonu devrildi. 25 insanımızı kaybettik, 317 kişi ise yaralandı.

Türkiye tarihindeki toplam tren “kazalarının” yaklaşık %30’u, mevcut Saray rejiminin iktidarı altında yaşandı. Ancak bunları “kaza” olarak adlandırmak mümkün değil. Kazalar insan denetiminin dışında yaşanan ve sonuçları olumsuz olan olaylara denir. Bu sözde “kazaların” hiçbirisinde, insan denetiminin sınırlarını aşan faktörler mevcut değildi. Aksine bunlar denetimsizliğin bir sonucuydu. Taşımacılık sektöründe ulusal çapta bir merkezî bir planlamanın yapılmamış olması; demiryollarının, çalışanlarının ve emekçi halkın ihtiyaçlarının merkeze alınarak işletilmiyor oluşu ve ülkedeki kritik konumların kadrolaşmaya açılarak zenginleşmenin ve servet biriktirmenin kanalları haline getirilmiş olması, bizlere, bu kazalara birer cinayet ve katliam demek için yeterli sebebi sunuyor.

Ve yeni katliamların da eli kulağında. Daha birkaç hafta önce Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası bir açıklama yayımlayarak, seferlerine başlayan Ankara-Sivas tren hattının bitirilmemiş olduğuna ve Ankara-Kırıkkale arasında 70 kilometrelik hat kesiminde sinyalizasyon bulunmadığına dikkat çekti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2015 yılında Balıkesir Ekonomi Ödülleri töreninde aşağıdaki gibi konuşmuştu:

“Sizden benim istirhamım şudur: Yeni Türkiye’yi, başkanlık sistemini, yeni anayasayı her fırsatta milletimize anlatın. Sizler, bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Değerli arkadaşlarım, benim derdim ne, biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. (…) Bu başkanlık sisteminin ülkemizde yerleşmesi gerekiyor.”

Erdoğan bu sözlerinde samimiydi. Saray rejimi ülkeyi, dolayısıyla demiryollarını da bir anonim şirket gibi yönetti, yönetiyor. Mevcut iktidar altında yaşadığımız bütün tren katliamları, bu anlayışın ve Türk kapitalizminin demiryolu altyapısını, ranta açarak rekor kârlar elde etmek için ihmal etmesinin bir sonucudur.

6 Mart 2013 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın (TCDD) “serbestleştirilmesini” öngören bir yasa tasarısı Meclis’e sunuldu. 24 Nisan 2013 tarihinde bu tasarı Meclis tarafından kabul edildi. Bu yasayla beraber devlet, demiryollarındaki altyapı-üstyapı işletmeciliğinden çekildi ve bu alanlar, özel sektöre terk edildi. TCDD’ye ait limanlar, Beştepe Oligarşisi’ne satıldı. İskenderun Limanı 2007’de Limak A.Ş.’ye, Bandırma Limanı da Çelebi’ye satıldı. TCDD’nin Mersin Limanı ise 2007 yılında yapılan ihaleyle 36 yıllığına PSA-Akfen ortaklığına devredildi. Yeni şirketin Mersin Limanı’nda ilk yaptığı, bu metnin imzacısı olan taşımacılık işçilerinin de sendikası olan Tüm Taşıma İşçileri Sendikası’na (TÜMTİS) üye işçilerin sendikal örgütlülüğünü dağıtmak, işçilerin yeniden örgütlenmelerinin önüne geçmek için limanda yapılan işlerin bir bölümünü taşeron firmalara yaptırmaya başlamak oldu. Sendikal mücadelenin geri çekilmediği görüldüğünde ise rejim devreye girdi ve taşımacılık sektörüyle lojistik-liman ulaşımı sektörü birbirlerinden yapay olarak ayrılarak, farklı işkolları olarak ilan edildi.

Millet İttifakı’nın,12 Eylül 1980’nin askerî diktatörlüğü ile bugünkü Saray rejiminin tarihsel özlemi olan demiryollarını özelleştirme projesi, bu bakımdan bizleri şaşırtmıyor; çünkü bu ittifak da, söz konusu demiryolları olunca, taşımacılık işçilerinin ve ulaşım hakkına parasız ve güvenli erişim hakkı olması gereken emekçi halkın değil, patronların çıkarlarını takip ediyor. Millet İttifakı, Ocak 2023’te yayımladığı Mutabakat Metni’nde şu satırlara yer verdi:

“TCDD ve TCDD Taşımacılık A.Ş.’ni çağdaş yönetim sistemlerinin gerektirdiği kar ve maliyet odaklı şirket yönetim uygulamalarına kavuşturacağız.

Özel sektörün demiryolu taşımacılığına doğrudan tren ve dizi sahibi olarak girmesi için öngörülebilir, rekabetçi ve şeffaf bir piyasa düzeni kuracak, gerekli destek ve teşvikleri sağlayacağız.”

Kamu yatırımları alan demiryolu ulaştırması, uzun zamandır özel kesimin iştahını kabartacak bir konumda. Ancak buradan geleceğin bütün olası iktidarlarına seslenmeyi bir kere daha gerekli görüyoruz: Demiryollarının özelleştirilme planlarına karşı sendikalarımız ve mücadele örgütlerimizle birlikte, bu planların geri çekildiği açıklanana dek mücadele edeceğiz. Türkiye halkının ulaşım hakkına ve taşımacılık işçilerinin sendikal ve sosyal haklarına karşı yapılan bütün saldırıların karşısında birlikte duracağız.

Saray rejimi, hiçbir emekçinin alım gücünün yetmediği TOGG’la övünürken, daha emekçi halkın parasız ve güvenli demiryolu ulaşımı hakkını hayata geçirebilmiş değil. Aksine demiryolu ulaşımı her geçen gün pahalılaşıyor ve demiryolları üzerindeki denetim mekanizmaları ile güvenlik önlemleri de, her geçen gün aşınıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu binlerce kilometrelik karayolu ve demiryolu yapımlarının vaat edildiği yeni projeler açıklıyor. Ancak bu yolları yapacak olan inşaat işçilerinin ve bu yolların üzerinde çalışacak olan taşımacılık işçilerinin sendikalılaşma, greve çıkma, insanca ücret alma hakkından söz etmiyor. Bu yapılması gereken binlerce kilometrelik demiryolu ağları, ancak işçilerin denetiminde yönetilirse Türkiye emekçi halklarına refah sağlayacaktır; yoksa, tıpkı Saray rejimi altında olduğu üzere, patronların daha da zenginleşmesinden başka bir sonucu olmayacaktır.

Derin bir ekonomik krizin içinden geçiyoruz. Bu krize karşı, taşımacılık işçilerinin kendi önerilerini geliştirmeye hakkı var. Genel olarak malları ve yükleri, uzun mesafelere verimli ve hızlı bir şekilde taşıyabilmek, ulusal ekonominin sağlığı açısından çok önemlidir. Taşımacılık işçileri bu bilinçle, yani patronların değil, emekçi halkın ekonomisinin yeniden inşa edilmesi bilinciyle hareket ediyorlar ve bu nedenle, demiryolları üzerinde kendi demokratik denetim mekanizmalarının kurulmasını öneriyorlar. Eknominin sosyalist yeniden inşasını öneriyoruz ve buna taşımacılık sektöründen başlayabiliriz.

Mürettebat sayılarının azaltılması, zorunlu fazla mesailerin artırılması, ulaşımın merkezî düzeyde planlanmıyor oluşu ve demiryollarında çalışma koşullarının kötüleştirilmesi, demiryolu işçileri ile yolcuların sağlığını ve güvenliğini tehlikeye atıyor. Emekçilerin çıkarlarının ve yoksul halkın parasız ve güvenli ulaşım hakkının güvence altına alınması için demiryollarının özelleştirilmesi planının karşısında durmalı, halihazırda TCDD’nin “serbestleştirilen” bütün görevleri tazminatsız kamulaştırılmalı ve demiryolları, işçilerin demokratik denetimi altında işletilmeli.

İklim krizine verilmesi gereken sosyalist cevabın bir parçası olarak, toplu taşımanın güçlendirilmesi ve bireysel ulaşım aracı kullanımının azaltılması için, bölgesel düzeyde hafif ve ağır raylı sistemlere geçmeye ve daha fazla yolcu rayına ihtiyacımız var. Fosil yakıtların tüketilmesi yerine, hem yük hem de yolcu taşıyan demiryolu ulaşım araçlarının elektrikli trenlere dönüştürülmesi gerekiyor. Yüksek hızlı demiryolu hatlarının, inşaat ve taşımacılık işçilerinin denetimi altında ve sendikaların gözetiminde bütün gerekli sağlık ve güvenlik önlemleri alınarak inşa edilmesi gerekiyor. Araştırmalar tipik bir yolcu aracının, 1.5 kilometre başına 404 gram karbondioksit yaydığını, demiryolu ulaşımının ise 1.5 kilometre başına 66 gram karbondioksit yaydığını gösteriyor. Dolayısıyla demiryolları, kamusal bir ekolojik toplu taşıma sisteminin yaratılması için kritik önemde.

Demiryollarında işgücü alanında maliyet kısılmasına gidilirken, bir yandan da ülke çapında işgücünün hacminde azalmaya gidiliyor; teftişler ve bakımlar erteleniyor veya gerekli şekilde yapılmıyor. Bütün bunlar demiryollarında mücadeleci bir taşımacılık sendikasına duyulan ihtiyaca işaret ediyor. Demiryolu emekçilerinin insanca yaşayacak ücretler, sendikada işçi demokrasisi, yeterli personel, düzenli ve nitelikli bakım mücadeleleri sonuç almadıkça, emekçi halkın daha iyi ve daha güvenli koşullarda yolculuk etme hakkı için verdiği mücadelenin başarılar elde etmesi oldukça zordur. Bu nedenle mücadelelerimizi birleştirmeyi öneriyoruz.

Demiryollarında emekçilerin sosyal hakları ve güvenlik-bakım önlemleri Saray rejimine terk edilemez. Çalışma koşulları ve güvenlik-bakım önlemleri üzerinde demokratik bir işçi denetiminin kurulması zorunludur. Demiryollarında söz, yetki ve kararın işçilerin demokratik karar alma mekanizmalarına devredilmesi gerektiğini söylüyoruz.

İmzacılar:

Mısra Öz, Çorlu Aileleri’nden, TİP İstanbul 2. bölge milletvekili adayı

Veysel Dönmez, Sendikalı kargo işçisi, TİP İstanbul 3. bölge milletvekili adayı

Deniz Kondil, Sendikalı Yemeksepeti işçisi, TİP İzmir 2. bölge milletvekili adayı

Kaan Gündeş, TÜMTİS Uluslararası İlişkiler Uzmanı

***

Yorumlar kapalıdır.