Makineler üzülür mü?

Sosyal medyada veya herhangi bir sitede bir süre okuduğumuz veya ilgilendiğimiz ürünler, hatta telefon yanımızdayken “Bu kafeye gitsek mi?” veya “Bu gözlük bana yakışır mı?” dediğimiz her adımımız, bize bir şekilde X, Instagram, Facebook veya benzeri sosyal platformlar tarafından pazarlanıyor. Fakat adım adım bizi takip eden birisi olmadığına göre, bunu yapan ciddi ve zeki bir sistem var. Bu aslında, yapay zekânın şirketlerin yararına nasıl kullanıldığına dair ufak bir örnek. Hepimiz buna benzer tartışmaları ve haberleri son günlerde daha çok duyar olduk. Peki, yapay zekâ (AI) nedir, neden birdenbire bir şirket gündemimiz oldu ve bizi neler bekliyor, gelin bakalım.

Yapay zekâ nedir?

AI, bilgisayar sistemlerinin insan zekâsının bazı işlevlerini taklit etme yeteneğidir. Makine öğrenimi, derin öğrenim ve doğal dil işleme gibi birçok alt konusu vardır. AI’ın fikren ortaya çıkışı aslında çok yeni değil; bilgisayar biliminin kurucusu Alan Turing tarafından 1950 yılında “Makineler düşünebilir mi?” sorusuyla gündeme gelmişti. 1990’ların başına kadar AI açısından teoriler ve varsayımlar dışında ciddi ilerlemeler olmazken, 1993 yılıyla beraber AI’ın hayatlarımıza hızlı şekilde etki ettiğini teknoloji ve finans gibi sektörlerde görebiliriz.

Yapay zekânın seviyeleri

AI, genellikle üç ana seviyeye ayrılır: Zayıf AI, Genel AI ve Süper AI. Bu seviyeler, AI sistemlerinin karmaşıklığı ve yetenekleri açısından farklılık gösterir. 2010’lara kadar çoğunlukla Zayıf AI ürünlerini hayatımızda gördük; bunlar sesli asistanlar, görüntü tanıma sistemleri ve içerik öneri sistemleri gibi önceden tanımlanmış sistemlerdir. Günümüzde Genel AI’ın ilk ürünlerini görmeye başladık; bu zekâ türü, insan zekâsının geniş çaplı görevlerdeki yeteneklerini taklit edebilen AI sistemleri olarak tanımlanır. Örnek olarak OpenAI’ın sahip olduğu ChatGPT ve DALL-E ile Google’ın ürünü olan BERT gösterilebilir.

OpenAI: Şirket mi, vakıf mı?

Fark ettiğiniz gibi, AI’a öncülük yapan kurumlardan biri OpenAI. Şu anda dünyanın kaderini etkileyebileceği söylenen bir AI geliştirme teknolojisine sahip olan bu kurum, son günlerde yönetimsel konular üzerinden gündeme geldi. Yönetim kurulu, kurumun başkan ve yardımcısını önce görevden aldı, ancak gelen baskılar yüzünden geri almak zorunda kaldı. Kurumun “vakıf” olarak adlandırılmasının nedeni, ilk önce AI’ı denetlemek amacıyla vakıf olarak kurulmuş olması. Daha sonra, kendi geliştirdiği ürünleri bir şirket altında pazarlamaya başladı. Microsoft gibi büyük bir şirketin bu teknolojiye ortak olmak için OpenAI’a milyarlarca dolar yatırım yaptığını ve yapmaya devam ettiğini görüyoruz. Yönetim kurulundaki tartışmada, teknik uzmanlardan oluşan Ilya Sutskever liderliğindeki ekip çalışmaların daha kontrollü ilerlemesini savunurken, başkan Sam Altman ve Greg Brockman liderliğindeki diğer ekip, yeni yatırımlarla hızlı ürün geliştirmeyi hedefliyordu. Sonuçta, Altman ve Brockman’ın ekibi kazandı. Bu durum, OpenAI’ın hedefinin kamusal yarar yerine büyük şirketlerin ve sermaye sahiplerinin kârını önceliklendiren bir yöne kaymasına yol açtı.

Nasıl olmalı?

AI teknolojisinin hızlı gelişimi, kapitalist sistem içinde hem fırsatları hem de tehlikeleri barındırmakta. Bu teknoloji, iş dünyasında verimlilik ve kârlılık artışı sağlarken, aynı zamanda işçi sınıfının iş güvenliği ve mahremiyet hakları üzerinde baskı yaratmakta. OpenAI gibi kurumların yaşadığı yönetimsel değişiklikler, bu teknolojinin sadece teknik bir mesele olmadığını, aynı zamanda sosyal ve ekonomik etkileriyle kapitalist sistemin temel dinamiklerini de yansıttığını göstermekte. Bu nedenle, AI gelişimi sadece teknolojik bir başarı olarak değil, aynı zamanda sınıfsal açıdan ve eşitlik perspektifinden de ele alınmalı ve bu alandaki politikalar, işçi haklarını ve toplum yararını gözeterek şekillendirilmelidir.

Yorumlar kapalıdır.