Sendikal mücadelede ortaklaşma mümkün değil mi?

Emek Çalışmaları Topluluğu’nun ağustos ayında yayımlanan 2021 İşçi Sınıfı Eylemleri raporu birçok detaylı verinin yanı sıra sendikalaşmanın işverenler açısından korkutucu anlamını bir kez daha ortaya koyması adına oldukça kritik.

Bu rapor 2021 yılında en az 1.634 işçinin sendikalaştığı için işten atıldığına işaret ediyor. Bu sayı 2015’ten beri tespit edilen en yüksek sayı olmanın yanında, “sendikalaşma”yı 2016 yılından bu yana ilk kez işyeri temelli işçi eylemlerinin ilk 3 nedeni arasına yerleştiriyor. 2021 yılı boyu gerçekleşen işyeri temelli 468 eylemin 86’sının sendikalaşma nedeniyle/sonucunda yaşandığı tespit ediliyor. Verilerin de işaret ettiği gibi emekçiler hakları için sendikalaşmaya daha fazla yönelirken, patronların sendika düşmanı tutum ve hamleleri, ülkedeki ucuz ve örgütsüz emeği en büyük kozu olarak gören iktidarın da icazetiyle daha da sertleşiyor.

Sendikalaşma anayasal bir hakkımız olmasına rağmen, işyerlerine sendikanın girmesi önünde patronların bir karşı hamle olarak kullandığı önemli bir hukuki engel zaten var: yetkiye itiraz ve bunun sonucunda yıllara yayılan mahkeme süreçleri… Buna bir de “gerekirse sendikal tazminatımı öderim ama sendikalaşanı işten atarım” anlayışı/rahatlığı da eklenince, sendikalaşmanın neden yasal çerçeve içerisinde değil, ancak ve ancak işçilerin örgütlü mücadelesiyle mümkün olduğu apaçık hale geliyor. Benzer onlarca örnek var, birini hatırlayalım: Baldur’da işverenin yetkiye itirazı sonucu mahkeme süreci 6 yılı aşmıştı. Ardından davanın sendika lehine sonuçlanmasına rağmen, işveren bu sefer de TİS masasına oturmayı reddetti. 280 günü aşkın grev sürecinden sonra ise sendika üyesi 22 işçiye ve grev sırasında hukuksuz biçimde işten çıkarılan 16 işçiye ihbar, kıdem, sendikal tazminatları ödemeyi kabul etti ama yine de TİS masasına oturmadı, sendikayı işyerine sokmadı.

Patronları bu kadar korkutan şey ne? Pek tabii işçilerin işyerinde örgütlü olacak olması, ücret ve hak taleplerini örgütlü bir şekilde savunabilecek olması!

Sendikalaşma, Türkiye işçi sınıfı için her zaman önemli bir mücadele konusuydu ancak pandemi boyunca ve şimdi pandeminin de etkisiyle derinleşen ekonomik kriz karşısında patronların ve iktidarın faturayı emekçilere kesmeye dönük tutumları; bu ihtiyacı daha yakıcı kılmış durumda. İşçiler, talepleri için işyerlerinde patronlara karşı örgütlü olma zorunluluğunun farkındalar ve bu hakkı elde etmek için tüm engellemelere, baskılara, zorluklara karşın sendikalarıyla birlikte -hatta bazen sendika bürokrasilerine rağmen- uzun soluklu bir mücadeleden kaçınmıyorlar.

Ancak bu mücadelenin güçlendirilmesi gereken önemli bir ayağı var. Bu mücadeleye girişmiş her işçinin karşılaştığı sendikalaşma karşıtı tutuma, bu ortak soruna verilen ortak bir cevap eksik. Bugün işçi sınıfı mücadelesinin en önemli sorunlarından biri sendikalaşmaya dönük engellemelerse ve bu, işverenlerin hemen hemen ortak tutumu/politikası haline gelmişse, buna karşı verilen mücadelenin de tek tek işyerlerini ve o işyerindeki muhatap sendikayı aşması gerekmez mi? Mücadeleci sendikal güçlerin, hatta konfederasyonların buna ortak bir cevap üretmesi neden mümkün olmasın?

Sendikalaşmaya engel olan işverenlere ağır hapis cezaları uygulanması ve bir sendikanın işyerinde yetki alabilmesi için işçilerin irade beyanı ve/veya referandumun yeterli olması talebi etrafında bir eylem birliği, işverenlerin bu süreçte öne çıkan iki bariz hamlesi karşısında birleştirici ve ön açıcı olamaz mı? Bu ortaklaşma, işyerlerinde verilen her bir mücadelede işçilerin bastığı zemini güçlendirmez mi? Bu ortaklaşmanın önünde sendikaların kendi iç dinamikleri var mı diyeceksiniz? Herhangi bir iç dinamiğin işçi sınıfının çıkarlarından öteye geçmesi kabul edilebilir mi? Bunu sorgulamak, bulunduğumuz her alanda sorumluluğumuz ve işçi demokrasisinin gereğidir.

Yorumlar kapalıdır.