Fransa seçimlerinin sonuçları sağa kayışa değil, devrimci önderlik krizine işaret ediyor

10 Nisan Pazar günü yapılan Fransa başkanlık seçimlerinin ilk turundan “zenginlerin cumhurbaşkanı” ve La République en marche’ın (Cumhuriyet Yürüyor) lideri Emmanuel Macron ile sağcı-faşizan Rassemblement national’in (Ulusal Cephe) lideri Marine Le Pen, ikinci turda yarışmak üzere zaferle ayrıldı.

Marine Le Pen’in ikinci tura kalmış olması, faşizmin yükseldiğine ve sağın normalleştiğine dair yorumlara hemen kapı araladı. İlginçtir, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini biçimsiz, ulusalcı ve sahte bir NATO karşıtlığı üzerinden meşru ve haklı gören birtakım sol yapılar arasında da Le Pen’in aldığı oy oranını faşizmin yükselişe geçtiği şeklinde yorumlayanlar vardı. Halbuki Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, yalnızca ve yalnızca NATO ile konjonktürel bir çelişki yaşanıyor diye meşru ise, NATO karşıtı olduğunu her fırsatta dile getirmekten çekinmeyen Le Pen’in aldığı oy oranı da NATO üyesi olan Fransa’da NATO’cu güçlere büyük bir darbe vurmuş olmuyor mu? Ancak sözde NATO karşıtı, özde işgal işbirlikçisi bu eğilimlerin politik çelişkileri bizim yazımızın konusu değil.

Le Pen’in aldığı oy oranı ile Fransız bankerlerinin ve finans aristokrasisinin gözdesi Macron’un Le Pen’le yarışacak olmasının nedeni Fransız ve göçmen işçi sınıflarının sağın argümanlarına ikna edilmiş olmaları değil, bu işçi sınıflarının henüz bir devrimci program altında politik birliğini konsolide edememiş olmasıdır. Bu durum Fransız ve göçmen emekçilerin seçimlerde, ulusun kendisine sınıfsal bir alternatif sunmasına engel olmakta, böylece proleter bir ulusal alternatifin yokluğunda Fransız kent ve kır küçük burjuvazisi de ya eski hükmün sürmesinden ya da sağcı arayışların gündeme getirilmesinden yana tercih yapmaktadır.

Macron’un iktidarda olduğu 2017-2022 arası dönem, Fransız ve göçmen işçi sınıflarının kahramanca mücadelelerine ve isyanlarına tanıklık etti. Macron seçimleri kazandığında, 2017 Nisan’ında Paris banliyölerini saran bir ayaklanmayla hesaplaşmak durumunda kaldı. Polis, Cezayirli bir gence copla tecavüz etmiş, bunun ardından patlak veren seferberlik dalgası Fransız devlet güçlerinin birkaç gün boyunca banliyölere girmesine engel olmuştu. Ardından 2018’in Kasım’ında Sarı Yelekliler isyanı patlak verdi. Ülke boyunca işçi-emekçiler ile devletin kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşandı. Sarı Yelekliler yerellerde assemblée’ler (meclisler) kurdu ve taleplerini formül etti. 1968’in ardından bir kere daha Fransa’nın ezilenleri için başlıca gündem sosyalist devrim sorunu oldu. Bundan bir sene sonra Kasım 2019’da, Macron Fransız emeklilik sisteminin birikimlerini ABD merkezli bir çokuluslu şirkete satmaya kalkıştığında, son 25 yılın en büyük genel grevi yaşandı. Genel grev kapsamında kurulan barikatlarda, emekçiler emekliliklerini savunmak için yiğit bir mücadele verdiler. Fransız finans kapitali genel grevin sürdüğü haftalar boyunca milyonlarca avro kaybetti. Araya giren pandemi, mücadeleleri kısmen dindirse de durdurmadı. Pandeminin ilk birkaç ayından sonra iki önemli seferberlik dalgası yaşandı: İlki, yine Paris’in ve ülkenin diğer metropollerinin banliyölerini bir alev gibi saran göçmenlerin isyanıydı. İkincisi ise Macron’un geçirmek istediği ve eylemlerde polislerin video ve fotoğrafının çekilmesini yasaklayan kanuna karşı patlak veren kitlesel mücadelelerdi. Bütün bunlar gerçekleşirken demiryolları işçilerinin, sağlık ve eğitim emekçilerinin ve daha birçok sektörden işçinin grevleri gündeme geldi.

Son beş yıl boyunca, dünya proletaryasının en azimli ve militan seferberlik dalgalarından birçoğunu hayata geçirmiş olmakla övünebilecek olan Fransız ve göçmen işçi sınıflarının mücadeleci ruh hali ortadayken, Le Pen’in aldığı yüzde 23,1’lik oy oranı üzerinden soyut “sağa kayış” analizlerinin yapılıyor olmasının iki kaynağı var: Bu analizleri yapan odakların işçi sınıfına ve onun mücadele kapasitesine dönük duydukları küçük burjuva şüphecilik ve tam da bu şüpheciliğin bir sonucu olarak ortaya çıkan, devrimci potansiyellere dönük olarak hissedilen inançsızlığın işçi-emekçilere de atfedilmesi. Sahte sol, Le Pen’in aldığı oy oranı karşısında buhranlara sürüklenmekten kurtulamazken, işçi sınıfının öncü kesimleri daha şimdiden Macron’un ikinci dönemine veya Le Pen’in olası bir iktidarına karşı nasıl mücadele edeceklerini tartışmaya başladılar bile.

Peki Fransız ve göçmen işçi sınıfları bu denli kahramanca mücadeleler vermişken, nasıl oluyor da kamuoyuna seçimlerin ikinci turunda sunulacak olan tercihler bir banker ve bir faşistle sınırlı kalabiliyor? Bu sorunun cevabının bir kısmı, ilk turda yüzde 22 oranında oy alan Jean-Luc Mélenchon’un reformist programında ve diğer kısmı da devrimci önderlik krizinde yatmaktadır.

Le Pen’in ikinci tura kalmasıyla birlikte faşizmin yükseldiğine dair analizlerini büyük bir hevesle hemen paylaşmaya başlayan sol kesimler, bunun yanında bir de “solun bölünmüşlüğü” üzerine gevezelik etmeye başladılar. Mélenchon’un reformist programının arkasında hizaya girmeyip ona oy çağrısı yapmamış olan devrimci sol parmak sallanarak azarlanmak istendi: “Kendi adaylarınızı göstermek yerine Mélenchon’a oy çağrısı yapsaydınız, ikinci turda Macron’la yarışacak olan bir faşist değil, bir solcu olabilirdi!”

Bu kesimler belli ki, Yunan, Katalan ve İspanyol proletaryalarının içinden geçtiği ve hâlâ geçmekte olduğu Syriza ve Podemos deneyimlerinden hiçbir siyasal ders çıkarmamışlar. Syriza ve Podemos’un sınıflar mücadelesindeki biricik işlevi, işçi sınıfına geleneksel burjuva önderliklerin kabul ettiremeyeceği kemer sıkma ve baskı politikalarını, bunları soldan meşrulaştırarak kabul ettirmek oldu.

Mélenchon’un ardında hizaya geçilemeyecek olunmasının başlıca üç sebebi bulunmaktaydı.

Bunlardan birincisi, Mélenchon’un, Sarı Yelekliler’in isyan sırasında kendi meclislerinde tartışarak oluşturdukları taleplerin hiçbirini sahiplenmemiş olmasıdır. Bu talepler şunlardı: 1) Hiç kimse evsiz kalmayacak; 2) Asgari ücret 1.500 avro, azami ücret 15.000 avro olacak; 3) Yoksullar vergi ödemeyecek; 4) Kemer sıkma politikaları durdurulacak ve iptal edilecek; 5) Vergiler Google, Amazon, Carrefour, McDonald’s gibi büyük şirketlere kesilecek; 6) Gaz ve elektrik kamulaştırılacak; 7) Sığınmacılara barınak, güvenlik, gıda ve çocuklarına eğitim sağlanacak; 8) Seçilmişlerin maaşları, halkın ortalama ücretini geçmeyecek.

İkinci sebep, Mélenchon’un Fransız emperyalizmine uyarlanan ve onu yeniden üreten bir programa sahip olmasıydı. 2021’in Kasım ayında, Fransız sömürgelerini bir isyan dalgası sardı; bu isyan dalgasının karşısında ise Mélenchon, bu mücadelelere desteğini açıklamamakla kalmadı, aynı zamanda Fransız Guyanası’nı ziyaret ederek, sömürgelerin Fransa’dan kopuşunun önüne geçmeye çalıştı. Bu konuyu Gazete Nisan’da daha önce işlemiştik.

Üçüncü ve son olarak, bugün Sri Lanka’da dış borcun ödenmemesi için çıkan ulusal ayaklanmadan da öneminin anlaşılacağı üzere, Mélenchon dış borç gibi yaşamsal bir konuda, mali oligarşinin çıkarlarına hizmet eden bir tutum aldı. Kendisinin bu konudaki önerisini hatırlatalım:

“Benim önerim şudur. Avrupa Merkez Bankası tarafından elde tutulan bütün devlet borçları dondurulmalıdır. Bunlar faizsiz daimi borçlara çevrilmelidir… İkinci adım: Merkez Bankası’ndan, hükümetin özel bankalara karşı sahip olduğu geri kalan bütün borcu dondurması ve geri satın alması istenir. Benim politik ideolojimle ilgili olmayan insanlar bundan yanadır; mesela Alain Minc, Mario Draghi, Dominique Strauss-Kahn ve hatta bir Avrupa komisyoncusu bile.”

“Solun bölünmüşlüğü” üzerine gevezelik edenler, aslında devrimci solun, Dominique Strauss-Kahn’ın fikirlerini savunmakla övünen ve Fransız ordusunun kılıcı olarak sömürge ziyaretlerinde bulunan birisine destek açıklamamış olmasını eleştirmektedir. Bu eleştiri büyük bir onurdur.

Seçimlerin ilk turunda Yeni Antikapitalist Parti’nin (NPA) adayı Philippe Poutou 268.984, İşçi Mücadelesi’nin (LO) adayı Nathalie Arthaud ise 197.184 oy aldı. 470.000’e (yüzde 1,6) yaklaşan bu oy sayısı, Troçkizmin çeşitli eğilimlerinin Fransız ve göçmen işçi sınıfları için ciddi bir referans olmayı sürdürdüğüne işaret ediyor. Bunun yanı sıra, Faslı bir göçmen olan Troçkist demiryolu işçisi Anasse Kazib’in, her ne kadar adaylık için gerekli yeterliliğe ulaşamamış olsa da, adaylık kampanyasının on binlerce işçi ile genci etrafında toplamış olması da dikkate değer.

Fransız ve göçmen emekçilerin devrimci önderlik krizinin çözümünde, Troçkizmin bu çeşitli eğilimlerinin izleyecekleri politik-programatik hat ve sağlayabilecekleri eylem birlikleri, hiç şüphesiz belirleyici olacak.

***

Editörün önerileri:

Yorumlar kapalıdır.