Dünya ekonomik krizinde yeni aşama ve seferberlikler

Dünya ekonomik krizinde yeni bir aşamaya doğru hızla ilerliyoruz. Tüm dünyada yükselen enflasyon, faizlerin artırılması, bağımlı ve yarısömürge ülkelerden emperyalist ülkelere sermaye kaçışının hızlanması ve dış borç sarmalı bugünkü krizin somut yansımaları. Ne var ki, bugün yüzleştiğimiz problemlerin 2008’de başlayan küresel kapitalist krizin bir devamı olduğunun altını çizmek gerekiyor. 2008 ve sonrasında burjuva hükümetlerin uyguladığı politikalar kapitalizmin yapısal krizine cevap üretmek değil krizin faturasının emekçilere yıkılması ve sorunların bir süreliğine hasıraltı edilmesi üzerine kurulmuştu. Halı altına süpürülen başlıklar bugün çok daha şiddetli bir biçimde karşımıza çıkıyor.

2008’de ABD’de başlayıp tüm dünyaya yayılan krizin ardından hükümetler faizleri dramatik bir şekilde düşürerek ve piyasaya para pompalayarak ekonomik büyümeyi yeniden sağlamak biçiminde bir politika benimsemişlerdi. Pandemi döneminde bu politika daha da derinleştirildi. Temel olarak mali sermayenin muazzam kârlar sağladığı bu politikanın bir noktada enflasyonu tetiklemesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, bu süreci yalnızca hızlandıran etkenlerdi.

Parasal genişleme politikalarının doğrudan sonucu tüm dünyada borçluluk oranlarının devasa oranda artmasıydı. Enflasyondaki ciddi yükselişle bu politikanın sonuna gelinmesi mevcut borçların daha yüksek faiz oranlarıyla çevrilmesi, geri ödenmesi gerekliliği anlamına geliyor. Peki, bu gerçekleşebilecek mi? Kapitalizmin efendilerini kara kara düşündüren sorunların başında bu geliyor. Bizzat IMF Başkanı, emperyalist ülkelerdeki faiz artışlarıyla birlikte, “gelişmekte olan ülkelerin üçte birinin ve düşük gelirli ülkelerin üçte ikisinin büyük bir borç yükü altında olduğunu” belirtiyor ve alacaklı ülkelerin bu ülkelerin borçlarında yeniden yapılandırmaya gitmediği durumda büyük bir kriz sarmalının içerisine yuvarlanılacağı uyarısında bulunuyor.

Sri Lanka: krizin ilk halkası

IMF Başkanı bu uyarılarını boşlukta değil, borç krizi içindeki Sri Lanka’da halkın başkanlık sarayını ele geçirdiği sırada yapıyordu. Boğazına kadar yolsuzluğa batmış baskıcı rejimin dış borçları ödeyemez hale gelmesi ve halkı bir sefaletin içine sürüklemesinin ardından Sri Lanka’da marttan itibaren kitlesel eylemler ve grevler gerçekleşiyordu. Bu seferberlikler ülke tarihinin en görkemli ayaklanmalarından birine dönüşerek cumhurbaşkanlığı sarayının ve başbakanlığın işgal edilmesi ve rejimin liderlerinin ülkeden kaçmasıyla sonuçlandı. Şimdi başta düzen muhalefeti olmak üzere rejim kurumları mevcut sistemi devam ettirmek ve kitleleri evlerine döndürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Düzen güçleri IMF’yle yeni bir anlaşma yaparak mevcut sefalet koşullarını süreklileştirmeyi hedefliyorlar. Kitlelerin talep ettiği ekonomik ve politik dönüşümlerse ancak mevcut sistemden tam bir kopuşu gerçekleştirecek bir siyasal alternatifle mümkün olabilir.

Borç, hayat pahalılığı ve yaygınlaşan seferberlikler

IMF Başkanı aynı konuşmasında “gelişmekte olan ülkelerden” sermaye kaçışının bu ülkelerin borçlanma faizlerini ciddi oranda artırdığını ve borçlarını ödeyemez duruma gelen Sri Lanka ve Malawi’yi diğer ülkelerin takip edebileceğini belirtiyordu. Borç sarmalının derinleşmesiyle kemer sıkma politikalarının yaygınlaşması, enflasyonla birlikte emekçilerin tüm dünyada alım gücünün düşmesi Sri Lanka’nın bu krizde yalnızca bir ilk halka olduğunu ve seferberliklerin küresel ölçekte yaygınlaştığını ortaya koydu.

Uzunca bir süredir ağır bir dış borç krizinin içinde bulunan Arjantin’de, merkez sol hükümetin yeni bir kemer sıkma politikasına ve IMF’yle anlaşma girişimine karşı kitleler uzunca bir süredir seferberlik halindeler. Bu eylemler Arjantin’de ekonomi bakanının istifasını getirirken iktidardaki Peronist hükümetin krizini derinleştirdi. Panama’da hayat pahalılığına karşı sendikaların öncülüğünde militan bir seferberlik yaşanıyor. Ekvador’da yeni zam dalgasına, emekçilerin sefaleti derinleşirken IMF’yle anlaşma çerçevesinde dış borçların harfiyen ödenmesine karşı geçtiğimiz haftalarda yeni bir kitlesel mücadele patlak verdi. Arnavutluk’ta hayat pahalılığına karşı binlerce kişi hükümetin istifası talebiyle meydanları doldurdu. Yozlaşmış rejimlere ve hayat pahalılığına karşı Lübnan’dan Tunus’a, Kenya’dan Malawi’ye birçok ülkede kitleler benzer taleplerle sokaklara çıkıyor. Kapitalizmin krizi derinleştikçe –IMF Başkanı bunu kibarca “ekonomik görünümün önemli ölçüde karardığı” şeklinde ifade ediyor– seferberlik dalgasının yaygınlaşacağı ve radikalleşeceği bir dönem bizi bekliyor.

Avrupa’da grev dalgası

Üstelik bu seferberlikler emperyalizmin kalbinde de filizleniyor. Enflasyonun çok altında gerçekleşen ücret artışları ve çalışma koşullarının gerilemesi Avrupa’da bir grev dalgasının fitilini ateşliyor. İngiltere’de neredeyse son 40 yıldır görülmedik bir grev hareketi yaşanıyor. Demiryolundan iletişim işçilerine, eğitim ve kamu çalışanlarına dek yüz binlerce emekçi ücret artışı ve iş güvencesi için grev kararı aldı. Havacılık sektöründe ise, çalışma koşullarına yönelik ağır saldırılara karşı neredeyse kıta ölçeğinde on binlerce havayolu emekçisi greve çıktı, şu ana dek 16 binden fazla uçuş iptal edildi.

Bütün bu tablo içerisinde Türkiye, borçların çevrilebilirliği açısından en riskli ülkelerden biri konumunda. Benzer biçimde, hayat pahalılığının, yoksullaşmanın en derin biçimde hissedildiği yerlerin başında geliyor. Emekçiler ve ezilenler seçim gündemiyle bekle-gör konumuna itilseler de, bugün sürmekte olan yerel eylemliliklerin Türkiye’de de genelleşmiş bir seferberliğe dönüşmesi kaçınılmaz. Temel görev; sendikalar, emek örgütleri ve sosyalist partiler öncülüğünde birleşik mücadelenin zemininin hazırlanması olmaya devam ediyor.

Yorumlar kapalıdır.